Bilenler Lokantası esnafların, köylülerin, memurların, olduğu kadar öğrencilerin, yoksulların ve meczuplarında yemek yedikleri yerdi. Meczuplardan hesap sorulmaz, gönlünü incitmemeye dikkat edilirdi. Bir defasında babam meşhur İbo namlı meczuba hesabı nasıl ödeyeceği konusunda şaka yapmış. Tabii cevabı ağır olmuş “Bizde seni adam sandıkta yemeğini yiyoruz, bir daha gelmem” diye sitem etmiş. Babam binbir dil dökerek gönlümü almış.
Babam ve amcam, çalışkan, helal kazanca çok önem veren, herkese yardım eden, ihtiyacı olanlara borç veren, aile problemlerinde yol gösteren, özellikle yakınlarının elinden tutup iş sahibi olmalarına gayret eden insanlardı. Bizim aileden yakınlarımız, kardeşler,amcalar, dayılar, kuzenler, yeğenler ..vb bu dükkanda aşçılık ve işletmecilik öğrendi. Ya kendileri dükkan açtı veya burada öğrendikleri ile hayatta mücadele etti.
Bizim ailenin geniş evi ve bahçesi de tüm akrabalarımızın evi, misafirhanesiydi. Uzaktan yakından gelen akrabalar durumlarına göre birkaç günden bir aya kadar bizim evimizde misafir kalırlardı. Gürün’den gelen halam ve ama olan eşi, Şuğul mahallesinden gelen yalnız yaşayan, çok sigara içen ve çok konuşan Cöce denilen akrabamız, Kuşkayası köyünden gelen Nazire teyzem, Konya’dan gelen akrabalarımız bazen birkaç gün bazen de bir ay evimizde misafir edilirdi. Bu misafirlere normal ev halkından daha çok ihtimam ve itibar gösterilir, incitmemeye gayret edilirdi.
Kış günleri Kayseri-Malatya karayolu yoğun kar yağışı nedeni ile kapanırsa, cami minaresinden tüm ilçe halkına ilan edilir, ilçede mahsur kalan yolcuların birkaç gün misafir edilmesi istenirdi. Tabii bizim evde bu misafirlerden bir veya birkaç aileyi misafir ederdi. Bu misafirlerle de ahretlik kardeşlikler kurulur, ikramlar edilir, yollar açılıp ayrılma vakti geldiğinde de misafir aileler dualar ve gözyaşları ile yolcu edilirdi.
Babamın esnaf dostları vardı. Öğleden sonra müşteri yoğunluğu azalınca onlarla birlikte esnaf kahvesinde buluşur, çay içer sohbet ederlerdi. Mehmet İncik, Ahmet Pelit, Fırıncı Behzat, Marangoz Halil… onlardan bazıları idi. Çocukluk arkadaşı Kalaycı Ali amca sık sık lokantaya gelir, yemeğini yerken babamla birlikte gülerek eski günleri konuşurlardı. Babam, ormanda aç kaldıkları ve bir evde buldukları yufkayı götürmelerini anlatır, Ali amcanın açlıktan avuç avuç yufka yemesini acı bir tebessümle anlatırdı.
Babam kısa boylu ve fazla kilolu bir yapıdaydı..Şen şakrak, etrafına neşe veren bir insandı. Son zamanlarda daha sık olarak baş ağrısından şikayet ederdi. Şimdi anlıyorum ki kilo,sigara ve az hareket nedeniyle metabolik sendrom dediğimiz klinik tabloya bağlı tansiyon ve kalp spazmı yaşıyordu.
Üniversiteyi kazandığım zaman hem çok sevinmiş, hem de annemin anlattığına göre “Biz bu çocuğu İstanbul’da üniversitede nasıl okutacağız?” diye endişelenmişti. Son zamanlarında sık sık ölümden bahseder “Sıra bize geliyor herhalde” diye söylermiş. Bazen “Genç öleceksin ki arkandan ağlayacaklar, yatakta ölürsen insanlara yük olursun” derdi.
30 Kasım 1979. Babamın vefat ettiği ve o güne kadar hissettiğim en acı gün. Cerrahpaşa Tıp fakultesine başladığım yıl; fakultede ve İstanbul’da ilk iki ayım. Fakultede dersler devam ediyor ve vizeler başlamıştı. Bir gece Selim ağabeyim kaldığım İlim yayma öğrenci yurduna geldi. Babamın ağır hasta olduğunu söyledi. Hemen hazırlanıp birlikte Kayseri Numune hastanesine gittik. Babamı hastanede kardioloji yoğun bakımda ziyaret ettim. Yüzünde yorgun ve hüzünlü bir ifade vardı. O eski neşeli, hayat dolu, herkesin yükünü taşıyan babam, artık hasta ve çökmüş bir vaziyette idi. Ama ben onu hep güçlü ve metin olarak gördüğüm için bu halini geçici bir hal olarak düşünüyordum.
Doktorunun anlattığına göre her üç kalp tabakasını da etkileyen ağır bir infarktüs geçirmişti. Kardioloji servisinde birazda tıp öğrencisi olmanın avantajıyla uzunca görüşüp yanında oturdum. Okuldan, derslerden bahsettim. O beni dinliyor gibi yapıyor ama yorgun, fersiz gözlerle uzaklara bakıyordu. Babamı son görüşüm olduğunu bilmeden, elini öperek ayrılırken arkamdan hüzünle baktığını gördüm.
Ertesi gün sabah namazı vaktinde, babamı rüyamda gördüm gibi bir hisle ve dudaklarımda elini öptüğümde hissettiğim sıcaklık ve hüzünlü bir duygu ile uyandım. Sanki babamla yeniden vedalaşır gibi oldum. Birkaç saat sonra da vefat haberi ve cenazesi geldi.
Herkesin sevdiği bir insan olduğu için, ilçede üzülmeyen kalmamış, adeta ilçe matem etmişti. Diz boyu yağan karın altında Sivas yolu yakınındaki aile mezarlığına babamı defnettikten sonra içimde derin bir boşluk ve acı hissediyordum. İstanbul’da hayatın durduğunu, otobüslerin işlemediğini, fakultenin tatil olduğunu düşünüyordum. Ama hayat her şeye rağmen devam ediyordu.
Hayatın bana neler hazırladığını, kaderin ne sırları olduğunu daha sonra anlayacaktım. İnsan babası öldükten sonra yetişkin olur, büyür derler, babamın vefatından sonra hayatıma yön veren büyük alimler Mehmet Zahid Kotku ve Mahmud Esad Coşan hazretleri ile tanıştım. Sanki babam beni onlara emanet etmişti, kendimi onların yanında baba ocağında gibi hissediyordum. Allah rahmet eylesin. O hayatıyla bize örnek olmuş şairin söylediği gibi bir şekilde yaşamıştı.
Yadında mı doğduğun günler / Sen ağlardın gülerdi alem
Öyle bir hayat yaşa ki mevtin/ Sana hande olsun herkese matem
*Uzm. Dr Selahaddin Semiz / Afiyet Hastanesi Başhekimi
1962 yılında Sivas, Gürün’de doğdu. 1985 yılında İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesinden mezun oldu. Kırşehir, Kaman’da mecburi hizmetini, GATA-Ankara hastanesinde askerlik hizmetini, İstanbul Haseki Hastanesi Radyoloji Kliniğinde ihtisasını tamamladı. Hekimlik hayatı boyunca birçok STK’da aktif görev aldı. Deprem, sel ve tsunami sonrası Endonezya-Ace, Pakistan-Keşmir ve Pakistan-Pencap bölgelerinde, Sudan ve Nijer’de sağlık gönüllüsü olarak çalışmalara katıldı. Afiyet Hastanesi Başhekimi, Afiyet OSGB, Biomekatronik Şirketinin Ortağı ve Biomedikal Ar-Ge Kooperatifi Başkanıdır. Halen Özel Afiyet Hastanesinde radyoloji uzmanı ve başhekim olarak çalışan Dr. Semiz, Kutupyıldızı Sağlık Gönüllüleri Derneği Başkan Yardımcısıdır.
SİVASTA BİR ESNAFIN HATIRA DEFTERİ 5
Selehattin Semiz
Yorumlar