O yolcularda Darendeli imişler.Köylerde pamuk hallaçlığı yapmışlar şimdi geri dönüyorlarmış. Atlılardan biri beni terkisine aldı.Bu sefer yaya olmaktan kurtuldum,Fakat karnım yine açtı.Ancak onlara bunu söyleyemedim.
İkindiye yakın bir pınarın başına vardık.Orada mola verdiler, benim karnımın aç olduğunu bu sırada öğrendiler.Bana bir tas şerbet yaptılar, içine ekmek doğradılar ve yememi istediler.Bense hala elimin yüzümü kan içinde olduğunu ve başımdaki yaranın ağrıdığını bilmeyecek kadar açtım. Ustamgil ile çadırlara giderken bir şey bulup yememiştik.Onlar Seyhan’dan ekmek getireceklerdi.Gelince de benim açlığımı sormadan bir kabın altına yama yapmak için makas lazım olmuştu.Demek oluyor ki ben üç gündür açtım.
Ekmeği nasıl doğradığımı bilmiyorum.Onlar beni seyre dalmışlar.Ben tastaki şerbeti ve ekmeği bitirince karnım doyunca farkına varabildim.Biraz da hareketimden utandım ama olan olmuştu.
Atlılardan biri yanıma geldi ve “Gel senin yüzünü yıkayalım”dedi.Yüzümü yıkadım lakin kafamdaki yara ağrımaya başladı.O zamana kadar onlar ne konuşsalar ben anlamıyordum.Ne zaman ki karnım doymuş, elimin yüzümün kanı gitmiş o zaman aklım başıma gelmişti.
Onlardan biri “Biz bu çocuğu böylece götüremeyiz. Yolda soğuktan öldürürüz.Onu götürelim Osman Ağaya verelim.O isterse yazın göndersin, istemezse yanında alıkoysun.Onunda zaten oğlu yok” diyordu.
Akşam Osmaniye şehrine vardık. Beni pınarın başında konuştukları gibi Osman Ağaya verdiler. Oda beni evine götürdü.Eve vardığımız zaman evde benden başka iki tane kız çocuk olduğunu gördüm. Onlar da bana sanki bir yakınları gelmiş gibi bakıyorlardı. Bense sadece şaşırmıştım. Şimdiye kadar hiç görmediğim bir sevgi ile karşılaşmam beni duygulandırmıştı. Anne kucağı görmemiş, yaşından çok çile görmüş olan ben, o anda neredeyse sevincimden ağlayacaktım.
Bana o kadar şefkatle yaklaştı ki o hanenin hanımına anne demeye başladım.Annem beni aldı önce kafamdaki saçları makasla iyice temizledi.Ondan sonra da vücudumu temizledi.O zaman baktım ki bakımsızlıktan yoksulluktan iyice bitlenmişim.
O günlerde hemen herkeste bit vardı ama benimki kadar değildi. Ben bazen kafamı kaşıdığım zaman bitleri elimde toplardım.Ben daha önce ne berbere gitmiştim ne de makinayla saçımı kestirmemiştim. Benim yaşıtlarımın çoğu traş makinesini bilmezdi.
Annem beni yıkadı, kafamdaki yarayı da merhemledi. Sonra beni bir yatağa yatırdı. Sanki dünyanın yumuşaklığını oraya döşemişler, beni de onun içine atmışlardı.Nekadar zaman yattığımı bilmiyorum.Kalktığım zaman öğle olmuş, evin kızları okuldan gelmişlerdi.
Annem geldi yataktan çıkardı.Yeni elbiseler alınmış onu giydim. Elbiseleri giyince kendimde bir rahatlama buldum.Sanki bu insanlar benim asıl anne babammış gibi gelmeye başladılar bana.O kızlar da sanki benim öz kardeşim gibi bana davranmaya başladılar.
Ben de artık o evin oğlu olmuştum.Kızlara“abla” diyor, kadına “anne” Osman ağaya da “baba” diyordum.. Böylece günlerimiz geçti. Sene 1939 olmuştu. Yaz mevsimi gelmiş köyde sıcaklar başladığı için Zarkum Yaylasına gitmiştik.Hafta tatilinde de babamız geliyordu.Ne ihtiyacımız varsa o görürdü.O gidince evin erkeği sanki ben olmuştum.Bana öğrettiği üzere bakkaldan kasaptan fırından ihtiyacımız olan ne varsa alırdım.Kendisi gelince de gider öderdi.
O günlerde babamız hafta tatiline gelmişti.Şehirde işi çokmuş, annemden izin istedi beni de beraberinde götürdü.Akşama ben atla tek başıma geri dönecektim.Osmaniye‘ye beraberce geldik, kendisi dükkana gitti.Ben de evin yanındaki portakal bahçesini sulamak için evde kaldım. Babam akşam saatlerinde geldi ve geç kaldığımı bildiği halde gitmek mecburiyetinde olduğumu söyledi. Annemin bekleyeceğinden bahsederek “Korkmadan git” dedi.Beni ata bindirdi. “Sakın korkmayasın, bu at seni düşürmeden eve götürür” dedi.Ben de babama korkmayacağımı söyledim ve atı sürdüm.At o kadar güzel bir hayvandı ki beni sanki incitmekten korkuyormuş gibi yavaş gidiyordu.
Gittiğim yerin yol güzergahı her çeşit yabani hayvanın yaşadığı bir ormanlık alandı..Gece olmuş yolumu göremiyordum.Artık yolun durumu sadece atımıza kalmıştı.
Birden kendimi yerde buldum ve ne olduğunu anlamaya çalıştım. Baktım ki iki çam ağacının arasına düşmüşüm.At benim yanıma geliyor.O zaman anladım ki oradan yaban domuzları geçiyormuş.O sıra bizim önümüze gelmişler.Ben onları görmedim ama atımız görmüş.Kendisini geri atmakla hem beni kurtarmış hem de kendini kurtarmış.Ben o iki ağacın arasına düşmüş olduğum için at sanki beni sormaya gelmiş gibi yanıma geldi.Ben o sırada kalkmıştım ama her tarafım ağrıyordu.Yürüyecek halde değildim.
At ise beni bekliyor beni kokluyordu.Atın yularından tutup yüksekçe bir yere götürdüm ve tekrar ata bindim.At beni oradan uzaklaştırmak ister gibi keyifle şahlandı. Ben o kadar çok korkmuştum ki atın süratle gitmesine dahi mani olamıyordum.
Geç vakit eve geldim.Annem halimi görünce çok sinirlendi ve babam gelince ona çok kızdı.O da beni bir daha yalnız bırakmadı.O yaz o kadar tatlı geçti ki anlatamam. Ama yine de zaman zaman Gürün’deki annem aklıma geliyor ve hüzünleniyordum. Anne ocağını arıyor hep o duygu ile yaşıyordum. Allah’a dua ediyordum. Bir süre sonra annem benim kaybolduğumu duyduğu için baygınlık geçirdi mi diye düşünmeye başladım.
Tabii ki ustam ile Ali benden ayrıldıktan sonra memlekete gitmişlerdi. Annem benim kayıp olduğumu öğrenecek ve niye gelmediğimi duyunca üzülecekti. Nitekim öyle olmuş.Hatta ustamı mahkemeye vermişler.Birkaç ay hapiste yatınca kefaletle cezaevinden çıkmış.Gidip beni bulacağına dair savcıya söz ve imza vermiş.
Ben annem ve kardeşlerim oradan göçmek zamanına gelmiştik. Babamız geldi bizleri Osmaniye‘ye götürdü.Gene kış günleri gelmiş yağmurlar başlamıştı.
Ben ve babam her gün sabahleyin dükkana beraber gidiyorduk. Dükkan dediğim yer büyükçe bir handı.Benim vazifem, köylerden gelen hayvanları alıp bağlamak ve gidecekleri vakit çözüp getirmekti.