Rahmetli babam,ömrünün son yıllarında hatıralarını küçük bir cep ajandasına yazmış. Ajandanın tarihi 1976. 30 Kasım 1979 tarihinde vefat eden babam demek ki vefatından 3 yıl önce hatıralarını yazmaya başlamış. Hatırladığım kadarıyla hasta olduğu günlerde evde istirahat ederken bir günlük tutmaya başlamış.Bu ajandanın o günlerden kalma olduğu anlaşılıyor.
Çocukluğumun o günlerinde Gürün’de amcamların eviyle bitişik evimizde köşedeki odada babam ve ben hasta olarak yatıyorduk. Babam sık sık baş ağrısından dolayı Gripin denilen ilacı kullanır bazen de şiddetlenen baş ağrısı nedeniyle 2-3 gün evde yatmak zorunda kalırdı. Bende o günlerde bademcik iltihabı nedeniyle evde yatıyordum.
Babamla birlikte yoğun vakit geçirdiğim nadir zamanlardandı. Normalde çok yoğun çalışır, sabah namazı sonrası mesaiye başlar, gece geç saatlere kadar çalışırdı. Hasta olduğu 2- 3 günlük zamanlarda mecburen evde kalır, o zamanlarda ailecek hoşça vakit geçirirdik. Evde annem ve yengem, sobanın üzerinde ıhlamur kaynatır, sobanın fırınında kömbe ve patates pişirirdi. Babam nisbeten kendini iyi hissettiği zamanlar eski günlerden ve hatıralarından bahsederdi. Birlikte hasta yatağımızda şifa niyetine ıhlamur içerken, radyo tiyatroları dinler, tarihi kitaplar okur, pencerenin önündeki elma ağacına konan serçe kuşlarını ve yamaçlardaki ağaçları izler, babamın hayata dair konuşmalarını dinlerdim.
Babam ‘Ahçı Ahmet’ diye bilinen Gürün’ün tanınan esnaflarından biriydi. Yıllarca Amcam ‘Ahçı Hoca’ ismiyle maruf Mehmed Hocayla birlikte ortak olarak ‘Bilenler Lokantası’nı çalıştırdı. Çileli bir hayat sonrası yıllarca hasret duyduğu aile sıcaklığını bir daha kaybetmemek için kardeşler birbirlerine sımsıkı sarılmış ve diğer akrabaları da etrafına toplamışlardı. Babamla Amcam birbirine karşı çok saygılı ve muhabbetli idiler. Eşleri annem ve büyükanne dediğim teyzemde kardeş oldukları için bir müddet aynı evde birlikte oturmuşlardı. Daha sonra çocuklar artınca, aileler kalabalıklaşınca, aynı bahçe içerisinde başka bir ev yapıldı ve biz aile olarak oraya taşındık.
Bu bahçe içerisinde bitişik nizam iki katlı iki ayrı evde sanki aynı ailenin çocukları gibi –Gürün ağzı ile aynı evin horantası gibi- yaşadık. Amcamın sekiz çocuğu ile biz dört kardeş birbirimizi hep kardeş bildik. Çok güzel ve hoş anılarla birlikte acı tatlı olaylarla hayata hazırlandık. Bu bahçede en acı hatıram soğuk bir kış günü sabahı babamın Kayseri’den vefat haberi ve cenazesinin gelmesi idi. O gün adeta zaman durmuş, rüzgar esmez kuşlar ötmez olmuştu.
Amcamın vakarlı, sert, disiplinli duruşu herkeste saygı uyandırırdı. Babam olgun, anlayışlı, latifeci, derviş meşrep bir insandı. Olaylar karşısında hep mütevekkil ve iyimser durur “Öyle eyle, böyle eyle, Nasıl biliyorsan öyle eyle” derdi. Bu söz Sivas’ta ‘ Mevla görelim neyler/ Neylerse güzel eyler ‘ sözü yerine kullanılır. Çok çilelerden sonra hayatı anlamış olduğundan hırs ve tamah etmez, herkese yardımcı olmaya çalışır, kimsenin varına yoğuna karışmazdı. Sık duyduğum sözlerinden biride “Ağanın konağı varmış Bana ne/ Benim kulubem varmış, Sana Ne ?” idi.
Yıllar sonra babamın hayatının bir kısmını anlattığı bu günlükte yazılanları, onun kelimelerine dokunmadan bir dosya haline getirmek nasip oldu. Babamın günlükteki notları, bir dönemin sosyo-ekonomik şartlarına ışık tutması bakımından önemli olduğu için paylaşmayı bir zaruret olarak gördüm.
İşte babamın o notları…..
“Adım Ahmet Semiz..2.8.1928 tarihinde dünyaya talihsiz bir kimse olarak gelmişim.Babam benden birkaç sene sonra hayata veda etmiş ben bilmiyorum. Babamın ölümüyle benimle beraber üç kardeş yetim kaldık. Kardeşlerin ismi yaş sırasına göre Mehmet-Ahmet ve Yusuf idi. Fakir olduğumuz için birkaç sene sonra annem de evlendi. Bizler tamamen ortada kalmıştık. Zamanda çok kötüydü.Millet yeni harpten çıkmıştı ve herkes yoksuldu.”Bizleri barındıracak kimse yoktu” desem yerinde olur sanırım.
Beni anneannemin yanına verdiler. Mehmet ismindeki benden büyük olan abimi Mehmet Nazi isimli bir hocanın yanına verdiler. Benden küçük olan Yusuf ismindeki kardeşimi de annemyanına aldı.Böylece baba ocağı dağılmış oldu. Benim için yeni bir hayat başladı.
Bir müddet anneannemin yanında kaldım. Bir gün dayım geldi, anneannemi alıp Konya’ya götürdü, ben yine ortada kaldım. 1938 senesine kadar birçok kimsenin yanında kaldım.1938 senesinde beni Kalaycı Ali isminde bir ustaya çırak verdiler. Veren de babalığım olan Hasan Efendi idi.
Kalaycı Ali usta ile birkaç ay köylerde çalıştık. Yanında çalıştığım usta da fakirdi.Onunda çocukları bizler gibi aç idi.Biz yine köyde kap-kaçak kalayladığımız evlerden gelen yemeklerle geçiniyorduk.Ama ustanın çocukları bizden de kötü durumda idi.Bunun sebebini ben o zaman anlayamadım.Çünkü yaşım bunu anlamama müsait değildi.
Nihayet kış geldi, usta bizi köyden Adana’ya götürmek istedi. Bizi diyorum, çünkü ustanın yanında benden başka bir arkadaş daha vardı.Onun ismi deAli idi. Bir gün Tekirahma köyünden yola çıktık.Yanımızda malzemeyi taşımak için iki tane de eşek vardı.Böylece beş canlı olan konvoyumuz yola çıktı. Arkadaşım Ali ve ben yorulduğumuz zaman hayvanlara binerek yolumuza devam ediyorduk. Fakat kötü talihim bana orada da yar olmadı.
Mevsim kış olduğundan soğuğun şiddetinden ben ayaklarımı üşüttüm. Beni yakın bir köye götürdüler.Beni orada iki gün ağılda ahmının (Hayvan gübresi)içine koydular.İki günden sonra kervanımız yoluna devam etti. Tabii ki açlığımız da devam ediyordu.
Yola çıktığımızın ikinci günü idi. Kış yine şiddetini artırdı. Bu seferde yolumuzu kayıp ettik. Akşamüstü dağda bir ağıl bulduk, geceyi orada geçirmek mecburiyetinde kaldık.
Karnımız açtı.Köyden biraz un almıştık. Ustam onu kar suyu ile hamur yaptı. Sonra da bir taş ocağının yanına koydu.Hamuru da üstüne koydu.Orada hamur biraz koyulaştı.Ben, usta ve Ali yarınki yapacağımız yolculuk için onu yedik.