Ağıla geldiğimiz zaman ustam ağılın bir tarafından bir tane tersik kırmış, onu yakmıştık. Sabaha kadar o bize yetti.Sabahleyin yine yolculuk başladı. O hamurla iki gün yol aldık. Gittiğimiz yerlerin isimlerinin şimdi bazılarını hatırlıyorum. Geçtiğimiz dağın ismi Binboğa dağı idi.Orada yolumuzu kayıp etmiştik.
İkinci günü vardığımız şehrin ismi de o zaman hatırımda. Şimdiki ismiyle Göksu. Akşamüstü kasabanın üstündeki tepeye varmıştık ki ustam “ Biz buraya giremeyiz ”demişti.Şimdi anlıyorum ki paramız yokmuş.Tepedemağara gibi bir yer bulduk, oraya girdik.
Ustam bir çam ağacı buldu getirdi onu yaktı.Oda çok yağlıymış.Sabahleyin çam ağacından çıkan isten dolayı birbirimizi tanıyamaz olmuştuk.Tabii ki karnımızda fena açtı.Ustam o günkü para ile bana 5 kuruş verdi.Ben de ekmek almak için şehre inmiştim.
Şehre varınca ekmekçiden ekmek istedim. O da bana iki çeşit ekmek gösterdi.Benimdaha önce hiç görmediğim beyaz ekmeği aldım.Meğer o ekmek öbür ekmekten pahalıymış.Onun için bana ekmeği az verdiler.Kafilenin yanına geldiğim zaman ustam bana kızdı. Çünkü az olan ekmek bize yetmedi
Beni üzen ustamın kızması değil, şehirdeki çocukların benimle alay etmeleriydi.Bunun sebebi de tahminimce yüzümdeki çam ağacının isinden kaynaklanan kara idi. Benimbundan dolayı üzüldüğümü gören ustam şehre girmedi ve dağdan yolumuza devam ettik.Yine oradan ayrıldığımızın üçüncü günü Kozan kazasına yakın bir yerde konakladık.Orası da çok güzel, ormanlık bir yerdi.Açlıktan ben ve arkadaşım Ali çok fena duruma düşmüştük.Ustamız da aynı durumda idi.
Ormanın içinde bir tek ev vardı.ArkadaşımAli ile ekmek istemek için oraya gittik.Kapıyı vurduk ama kimse çıkmadı.Kapıyı hızlıca itince kapı açıldı ben ve arkadaşım Ali içeriye girdik.Bir köşede yığılı duran yufka ekmeğini gördük.Ondan biraz olsun almak istedik.Fakat ne mümkün.Yufka o kadar ince açılmış ki elimiz değdiğimiz zaman ufalanıverdi.
Bunun üzerine örtünün dört ucundan tuttum sırtıma aldım. Ali benim arkamda olduğu için örtünün arasından alabildiği kadarıyla karnını doyurmaya çalışıyordu .Nihayet ustanın yanına geldik. O bu işe bizden daha çok sevindi. Bu ekmek bizi Kozan’a kadar idare etti. Kozan’a varınca artık kıştan kurtulmuştuk. Köylerde sıklaşmıştı. Arkadaşımla ben her gördüğümüz köye gidiyor, ekmek istiyorduk. Kozan’ı geçmiş bir akarsuya varmıştık ki o sudan karşıya geçmemiz icap etti.
Benim kafilenin önünde gitmem gerekiyordu.Ben “ Bu su derin, bizi geçirmez ” dedimse de ustam oraları bildiği için “ Biz her zaman geçeriz ” dedi ve bana da kızdı.Ben de eşeğin yularını tuttum ve suya girdim.Su beni içine çekmeye başladı.Bu sırada eşek de suya girmemek için çaba gösteriyordu. Nihayet su benim boyuma kadar çıkınca beni yuların yardımı ile geri çektiler.
Bu seferde ustam öne düştü.Oda benim gibi oldu ve suya kapılmak üzere iken son anda eşeğin yardımı ile geri çıktı. Şimdi anlıyorum ki yolumuzun kısalması için oradan geçmemiz gerekiyormuş.
İki saat kadar gidince bir köye vardık. Orada o suya köprü yapmışlar.Yazın Seyhan nehri taşınca oradan fazla su gelirmiş.Bizi Allah kıştan koruduğu gibi sudanda korudu. Yoksa az kalsın suya kapılıp gidiyorduk. Anladım ki vakit tamam olmadan hiçbir felaket seni götürmüyor.
Böylece her gün dinlenerek yolumuza devam ettik.Birkaç gün sonra Seyhan’a vardık. Seyhan’da birkaç gün kaldık. Sonra yine köylere kalay için gittik.
Bir gün de bizi orada yörük ismi verilen çadırcılar çağırdı.Onların kaplarını kalay yapmamızı istediler.Bir ormanda çadır kurmuşlar.On kadar çadır var idi.O çadırlara takımları yerleştirdik.
Ustamla Ali ismindeki arkadaşım kalay almak için Seyhan’a gittiler. Ben de o çadırlarda yaşayan çocuklarla oyuna dalmıştım.Çocuğun birisi bizim takım koyduğumuz çadıra girmiş ve bakır kesmek için kullandığımız makası almış.Ben oyunda olduğum için bu durumu görmemiştim.
Ustamla Ali akşam geldiler. Akşam makas lazım oldu, bulamadık. Ustam beni dövdü ben de kenara kaçtım. Beni yakalamayacağını anlayınca oradan aldığı tavayı atınca tava kafama dikildi. Ben canımın acısından hızlıca kaçtım. İleride bir yere varınca kafama dikilen tavayı çıkardım ve yine kaçmaya devam ettim. Karanlıkta beni bulamayacağını anlayan Ustam geri dönmüştü.Ben de kafamın acısıyla ve dönersem daha kötü olur diye düşünerek ormana daldım.Sonradan ismini öğrendiğime göre burası Zarkun yaylası etekleriymiş.
Ormanda çakallar uludukça korkmaya başladım. Bir yandan kafam ağrıyor yüzüm gözüm kan içinde…Ne yapacağımı bilmiyorum. Sırtımda yelek gibi bir şey vardı. Hem beni yiyecek hayvanı görmeyeyim hem de yara soğuktan sızlamasın diye yeleği çıkardım ve kafama sardım. O halde bir ağacın altına oturdum. Böylece orada uyumuşum.Uyandığım zaman güneş bir hayli yükselmişti.Artık geri dönmek benim için zordu.Hem korkuyor hem de utanıyordum.Çünkü yüzüm gözüm kan içindeydi.Çadırdaki çocuklar benimle alay edecekler diye oraya gitmek istemedim. Ne yapmam lazım olduğunu da kestiremedim. Bu kararsızlık içinde yoluma devam ettim.
Yol beni bir ovaya çıkardı. Yine neresi olduğunu bilmediğim bir yerde bir yola vardım.Bu yol,o zaman kadar hiç görmediğim bir demir yolu ile yanyana idi.O zaman anladım ki bu yol beni bir köye veyahut bir kasabaya götürecek.Bu şekilde yola devam etmeye başladım.Ne kadar gittiğimi bilmiyorum.Vakit de öğle olmuştu.Talih beni yine açlığa mahkum etmişti.Fakat mutlaka Yaradanın beni koruyacağından şüphem yoktu.
Bu inançla devam ediyordum ki arkamdan üç tane atlı geldi.Atlılar bana yaklaşınca bir tanesi “Bu leylekler sizin mi ?” dedi.Ben de ona cevaben “Onlar Allah‘ındır” dedim.Bilindiği gibi kış olunca bu tür kuşlar sıcak yerlere giderler. O kuşlarda bahane oldu.