Osman Ağa bana o kadar ısınmıştı ki kendi nüfusuna geçirmeye uğraşıyordu.Bu sırada bize gelen Darendeli bir asker vardı.Trende çalışırdı.O zaman onlara “şimendifer askeri” derlerdi.Bu asker bana Osman ağanın oğlu olup olmadığımı sormuş, ben de oğlu olduğumu söylemiştim.Söyledim diyorum. Çünkü babam bana “Kimseye kendisinin oğlu olmadığımı söylemememi,sorarlarsa o benim babam diyeceksin” diye tembih etmişti.
O asker, askerlik izninde Adana’ya gidip bir hemşehrimizin yanında çalışmış. Benim annemin teyzesinin kocası olan Habil isminde marangoz olan adamda Adana’da bir dükkan açmış. O dükkan da bizim bu askerin çalıştığı dükkana yakınmış. Onlar da kendilerinin bir akrabaları olduğunu ve bir seneye yakın kayıp olduğundan bahsederlermiş. Bu askerde zaten benden her zaman Osman ağanın oğlu olup olmadığımı sorardı. Beni tarif etmişler. Etmişler diyorum annemin teyzesi çocukları oradalardı. Onlarda aramaya girişmişler. Birisinin ismi Niyazi diğerinin ismi Fuat’tı. O asker dükkana geldikçe ona beni tarif ederek aramasını isterlermiş. Onların tarifi de askerin gördüğüne uyduğu için askerin izni bitipde tekrar vazifeye başlayınca bizim oraya geldi.
Adana ile Osmaniye’den sonraki bir istasyon olan Bahçe dedikleri yere kadar banliyo treni çalışır. O askerde orada çalıştığı için hemen hemen her gün gelirdi.Beni geldikten sonra daha fazla sorguya çekmeye başladı. Adana’dakilerin akrabalarımın isimlerini söyleyince ben de dayanamadım yaşadıklarımı ona anlattım.
Bunun üzerine asker “Onları görmek istemez misin?” demişti. Ben de “Beni babam bırakmaz” diye cevap vermiştim.O’da bana “Ben seni kimse görmeden götürürüm” demişti.Sonra planını bana şöyle anlatmıştı: ‘Sabahleyin dükkana gelince istasyona gel. Ben seni orada beklerim, sonunda seni akrabalarının yanına götürürüm” Ben de bu planı kabul ettim.
O sabah babamla dükkana geldik. Babam dükkanda çalışırken hemen istasyona koştum. Asker hemen beni yanına alıp katar şefi olan memurun yanına götürdü.Bana yiyecek getirdiler.Onları yedikten sonra ben uyumuşum.Beni asker uyandırdığı zaman Adana’ya gelmiştik.Asker “Artık gideceğimiz yere geldik.”Dedikten sonra kendilerinin subayları olduğunu ve ondan izin almamız gerektiğini söyledi.Onun yanına gittik, beni ona tanıttı ve halimi söyledi. Subaybize yol parası verdi.Biz de paytona binip akrabalarımızın marangoz dükkanına gittik.
Niyazi’yi, Fuat’ı görünce sanki öz kardeşlerime kavuşmuş kadar sevindim.Onlar da beni bulmanın sevinci içinde idiler.Habil amca daha evvel askere bavul yapmayı vaat etmiş.Beni getirdiği gün bavulunu alacağını söylemiş.Askerde bavulunu aldı.Oda bizler kadar sevindi.Sonra da bizimle vedalaştı ve gitti.Bizde hep birlikte eve gittik.Evdeki sevincim daha çok oldu, çünkü burada teyzemi gördüm.
Yine değişik bir hayata başlamış oldum. Teyzemin çocukları ile beraber beraber dükkanda çalışıyorduk. Dükkanda yapılan nalınları ve elekleri ben ve Fuat mahallede dolaşarak satardık.
Habil amca da Seyhan ile Adana arasında yeni yapılan köprüde kalıp ustası idi. Bu durumda ailenin her ferdi çalışıyordu. Ben de bu halimden memnundum. Günlerden bir gün bize hemşehri olan Gürün’ün köylerinden olduğunu söyleyen bir kadın geldi.Çatkara köyünden olduğunu söyledi.Bizim aileyle ahbap oldu.Her gün geliyor, teyzemle ahbaplık ediyordu.
Yine yaz gelmişti.O kadın pamuk tarlasında çalışmaya gidecekmiş.Teyzemden beni de istemiş.Oda Habil amcaya söylemiş.Beni de o kadınla pamuk toplamaya gönderdiler. İsmini bilmediğim bir köye gittik. Oturduğumuz yer büyük bir hana benziyordu. Sinekten korunmak için damın üzerine bir cibinlik koymuş bu cibinlik içinde yatıyorduk.
Böylece ne kadar çalıştığımızı bilmiyorum. Sabahleyin olunca o kadınla sabah çaylarını beraber içiyoruz, tarlaya beraber gidiyoruz. Yani o benim annem ben de onun oğlu gibiyiz.
Bir gün bana “Ben gideceğim, sen istersen çalış” dedi. Ben de “Sen gidersen, ben nasıl burada kalırım?” dedim. Bunun üzerine hesabımızı gördüler. Biz de Adana’ya geldik. Benim paramı o kadın almıştı.Bir yorgan bir de elbise aldık.Ben yine teyzemlere gelmiş oldum.
Bu sırada orada hasta oldum. Herhalde çalıştığım yerde beni güneş çarpmıştı.Beni doktora götürdüler.Orada benim belimden iğne ile su aldılar.Ondan sonra da hastaneye götürdüler.Oradaki doktorda beni hastaneye yatırmıştı.Bir gün benim işiteceğim şekilde “Bunda hayat kalmamış, götürün evde ölsün” dedi.
Sonra Habil amca gelince biz onunla hastaneden çıkıp eve geldik. Ne kadar gün yattığımı bilmiyorum.”
……………….
Babamın hatıra defteri burada bitiyor. Başka bir deftere devamını yazdığını tahmin ediyorum. Ama o defteri bulamadım. Bildiğim kadarıyla defterin devamında Adana’dan Gürün’e gelmesi ve ailesi ile kavuşmasını anlatmıştı.
Babamın annesi Fatıma Hanım, babamın Kalaycı Ali Usta’nın yanından kaçtığı ve kaybolduğunu öğrenince çok üzülmüş. Günlerce evin penceresinden kıble tarafına ve dağlara doğru bakarak ‘Ahmed’im, Ahmed’im, neredesin?’ diye ağladığını, ah ettiğini söylerler.
Babam kaybolduktan yaklaşık 3 sene sonra Adana’daki teyzesi ailesi vasıtasıyla tekrar Gürün’e dönmüş. Annesine ve ailesine kavuşmuş. Ama hep hayatı boyunca Osmaniye’deki Osman Ağa’ya minnetini anlatırdı.
Daha sonra yine gurbete gitmek zorunda kalmış, uzun yıllar Samsun’da çalışmıştı. Ustası Arnavut bir aşçıdan aşçılığı öğrenmiş ve dönüşünde de Gürün’de amcam Ahçı Hoca diye bilinen Mehmet Hoca ile birlikte ahçı dükkanı-lokanta açmıştı.
Gürün’de esnaflar ve memurlar tarafından tercih edildiği için dükkanın adı Bilenler Lokantası idi. Yol kenarında otobüs ve kamyonların durduğu ve yemek yedikleri lokantalar genellikle yolcular tarafından tercih edilir. Ama bizim Bilenler lokantası, lezzeti ve bol kepçe yemekleri nedeniyle yerli esnaf, memur ve köylüler tarafından tercih edilirdi. Cuma günü köylerden Cuma namazına ve ilçenin pazarına gelen köylüler yemeklerini bizim lokantada yerlerdi. O nedenle ilçede ve çevre köylerde babam iyi tanınır, esnaflığı, güler yüzü ve tatlı dili, dürüstlüğü ile bilinirdi. Yemekleri tadı ve orijinalliği ile hatırlanır, yıllar sonra bile babamı tanıyanlar ‘ Sizin sebze çorbasını, tas kebabını, tulumba tatlısını…vs tadını unutamam’ derlerdi.