Balıkesir’deki heyecanı bizzat gören ve Milli Mücadele’yi büyük bir gaza olarak değerlendiren Mehmet Akif, burada son derece duygu yoğunluğu yaşamış, “ Zafer yolu, bu yoldur.” demiştir.
Hasan Basri, Mehmet Akif’in Balıkesir’deki çalışmaları için şöyle der: “Balıkesir’de başlayan milli hareketlerde bile Akif’in bir rolü vardır. O, İstanbul’da Darü’l-hikme azasındandı. Balıkesir’e koşup geldi. Halka müessir bir hitabe verdi, milli hareketleri teşci etti. O tunç hitabenin tanini hala Balıkesirlilerin kulaklarında çınlar.”
Akif’in Darü’l-Hikmet’ül-İslamiye’deki Görevine Son Verilmesi
Mehmet Akif, Zağnos Paşa Camii’nde 23 Ocak 1920 ile 6 Şubat tarihlerinde vaaz vermiştir. Akif bu vaazlarında milli birlik ve beraberliğin önemi ile kurtuluş çareleri üzerinde durmuştur. Balıkesir vaazlarından sonra da İstanbul’a geçer. Ancak İstanbul’da onu Darü’l-Hikmet’ül-İslamiye’deki görevinin sona erdiği haberi beklemektedir. Milli Mücadele’yi desteklediği sabit olunca İstanbul Hükümeti tarafından 16 Mayıs 1920’de Darü’l-Hikme’deki görevine son verilir. Kaynakların çoğu Akif’in Darü’l-Hikmetü’l-İslamiye’deki görevinden azledilmesinin sebebini Zağnos Paşa Camiindeki vaazlarını gösterir.
Akif Ankara Yollarında…
Mütarekenin acı günleri birbirini kovalıyor, Anadolu’da ise Milli Hareket gitgide genişlemektedir. Akan nehir sularının birleştiği deniz gibi vatanseverler de Ankara’nın yolunu tutmuştur. Milet ve vatan sevdalıları Ankara’da buluşmaya başlar.
Sebilürreşat dergisi, Anadolu’da başlayan Milli Hareket’i desteklemektedir. Anadolu’yu savunan ve İngilizlere hücum eden Hüseyin Kıdvay’a ait bir kitap, Ömer Rıza tarafından Türkçe’ye çevrilip (İslam’a Çekilen Kılıç) gizlice bastırarak Anadolu’ya gönderildiğini gibi özel kuryeyle Anadolu’dan gelen mektup ve gazeteler, Sebilürreşat yazıhanesinde ulaşmakta oradan sahiplerine dağılmaktadır. Enver Paşa tarafından daha önce getirilip askere meç talimi yaptıran Hüseyin Makbul ismindeki bir Hintli, İngilizler tarafından idama mahkûm edilmiştir. Mehmet Akif, her şeyi göze alarak Makbul’ün eline bir mektup vermiş ve gizlice Eskişehir’de bulunan Serum Darülistihzârı Müdürü Şefik Bey’e göndermiştir. Makbul, bir süre Eskişehir’de kaldıktan sonra ülkesine gider.
Akif Anadolu Hareketi hakkında olumsuz konuşanlara da karşı çıkmaktadır. Eşref Edip, Asım Us’tan naklen şöyle bir olay aktarır:
“Anadolu hareketinin ilk başladığı günlerdeydi. Bir gün Babıali Caddesinde Sebilürreşat idaresinde birkaç kişi konuşuyorduk. Hazirundan biri Anadolu hareketinin bir itthatçılık eseri olduğunu söyledi. O zamana kadar düşünceli bir tavır içinde hemen hiç söz söylemeyen merhum Akif, birdenbire heyecanlandı, bu sözü söyleyene dönerek: - Hayır, dede; artık buna İttihatçılık denemez. Bu memleket meselesidir. Buna herkes elbirliğiyle sarılmalıdır.” (Fergan, 138, s.675)
16 Mart 1920’de İstanbul işgal edilmesiyle Meclisi Mebusan kapatılmıştır. Akif, iyice yerinde duramaz hale gelmiştir. Ankara’da yeni bir Meclis kurulmak üzeredir. Değişik yollarla İstanbul’daki aydınlar Ankara’ya tek tek davet edilmektedir. Bunlardan birinin de Mehmet Akif olduğunu anlıyoruz. Eşref Edip yıllar sonra Hayrettin Karan’a anlatır:
“ O sıralar bir gün rahmetli Akif’le idarehanede konuşuyorken merhum Ali Şükrü geldi:
Haydi, hazırlanın, gidiyoruz.
Nereye…
Ankara’ya. Orada sizi çağırıyorlar. Paşa sizi istiyor. Sebilürreşat’ın Ankara’da neşrini işitiyor. Sebilürreşat’ın Ankara’da yayımlanması Milli Hareketin manevi cephesini güçlendirecektir.
Akif’in nasıl gideceğiz, sorusuna da Ali Şükrü Bey:
- Basbayağı gideceğiz. Biz kimiz Üsküdar’dan yola çıkacağız. İngiliz hatlarını yararak geçeceğiz. Eşref de sonra gelir. Burada işleri yoluna koyar, Karadeniz tarikiyle Kastamonu’ya çıkar, oradan gelir.”
Mehmet Akif, hemen hazırlıklarını yapar. Ayrılacağı zaman Eşref Edip’e:
“Ben yarın Ankara’ya hareket ediyorum. Hiç kimsenin haberi olasın. Sen de idarehanenin işlerini derle topla, Sebilürreşat klişesini al, arkamdan gel. Meşihattakilerle de temas et, Hareket-i Milliye aleyhinde bir halt etmesinler, dedi.” (Fergan, 1938, s 56).
Akif, durumu bir de, o sıralar Çengelköy’de beraber oturdukları damadı Ömer Rıza’ya bildirir. Yola çıkacağı günün akşamı vapurdan çıkıp birlikte eve giderlerken Ömer Rıza’yı koluna girerek tenha bir sokağa götürür ve ertesi ünü Anadolu’ya gideceğini kulağına fısıldar ve ekler:
“Sabahleyin erkenden birkaç arkadaş Üsküdar Parkı’nda birleşeceğiz. Oradan yola çıkacağız. Bütün çoluk çocuk sana emanet! Şimdilik senden başka bir kimsenin haberi olmasın. Sonra anlaşılır:
Pekâlâ…
Ertesi sabah üstad erkenden uyandı. Ben de uyandım. Kendisine evin kapısına kadar refakat ettim. Cebinde bir kitap vardı. Yanında başka bir şey yoktu. Yalnız o sabah yıkanmış, çamaşırlarını değiştirmişti. Kapıda kucaklaştık ve ayrıldık. Kendileri karadan ve yaya olarak Üsküdar yolunun tuttu.” (Fergan, 1938, s.446-447).
Bu olayı Akif’in kızı Feride Hanım yıllar sonra şöyle anlatır:
“Hiç unutmadığım hatıra, babamın ilk Anadolu’ya gidişi esnasında cereyan etmiştir. Annem sabah geldi. “Çocuklar! Kalkın, babanız Halkalı’ya gidiyor. “dedi. Babam her zaman halkalıya giderdi. Dersi var, diyorduk. Baktım, babam kapının önünde, giyinik vaziyette duruyor. Dikkatlice baktım, babamın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. İlk defa o vaziyette görüyordum babamı. Çok fena oldum. Gayet tabii bir şeyler anladım. Ben de kendimi tutamadım. Ağlayarak yukarıya koştum. Babam da arkamdan koştu. Beni kucakladı. “Üzülmeyin!” dedi. Babamın o halini çok iyi anlıyordum. Çünkü ya bir daha ya görüşecektik ya görüşmeyecektik.
Sonradan görüştüğümüz bir asker, babamın Anadolu’ya gidişini anlattı. Küçük kardeşimle birlikte yola çıkmıştı. Aileden bir hatıra olsun diye onu yanına almıştı. Kardeşimi hep sırtında taşırmış. Ayakkabıları yırtılmış, ayakları kanlar içindeymiş.”
11 Nisan 1920’de başlayıp 24 Nisan 1920’de sona eren Mehmet Akif’le birlikte Ankara’ya yolculuk yapan oğlu Emin o günleri şöyle anlatıyor:
“İstanbul en hazin ve en kara günlerini yaşıyordu. Müttefikler bu güzel şehri işgal etmişlerdi. Çengelköy’de büyük bir evde oturuyorduk.
Bir nisan sabaha babam beni pek erken uyandırdı. Kalabalık olan evimizde bir fevkaladelik, garip bir heyecan vardı. Annem gizlemek istediği gözyaşlarını saklamıyor, herkes bana düşünceli görünüyordu. Çabucak hazırlandık. Mehmet Akif ile gün doğmadan Üsküdar’a müteveccihen yola düzüldük…
Çengelköy ile Karacaahmet arasındaki mesafeyi süratle kat ettik. Henüz güneş doğarken Üsküdar’ın büyük bir kısmını kaplayan Karacaahmet Mezarlığı’na vasıl olmuştuk. Orada bizi fayton arabası bekliyordu… Kısıklı üzerinden derhal hareket ettik. Fayton ikindiye kadar bizi Alemdağı arkalarında bir çiftliğe götürdü. O günlerde bizim geçtiğimiz yollar pek tehlikeliydi. DEVAM EDECEK