Gece ile gündüzün dönüşümlerini, arının bal yapışını, ekinlerin büyüyüp kuşların uçmasını her defasında bir mucizeye şâhitlik ediyormuş gibi büyük bir şaşkınlık içinde görebilmek, yazması kadar yapması da kolay olan bir iş değildir. Tabiattan epey uzaklaşmış olduğumuz çağımızda dünyâmız bizi hâlâ şaşırtıyor, evet; ama daha çok uçan makinelerle çekilmiş tabiat belgesellerinde. İnsan, artık daha ziyade kendi yapıp ettiklerine şaşırıyor, onlara hayranlık besliyor.

Bir bilimkurgu filminde bizlere uzay gezginlerinin ulaştığı yabancı ve ıssız bir gezegen gösterildiğinde, bazen bir an için olsun dünyanın da bir zamanlar böyle olduğunu fark ederiz. Hâlbuki üzerini bizim yaptıklarımızla giderek daha fazla örttüğümüz bir dünyada yaşıyoruz ve bu yüzden ona karşı olan sorumluluklarımız giderek artıyor. Öyle ya, tabiî dünya yaradanın eseridir ve biz kendimizi onda buluvermişizdir, o nedenle hikmetinden sual edemeyiz. Ama bizim yaptığımız dünya için durum farklı. Zaten Yeni Çağ ile başlayan insanlık dönemecinin en bâriz özelliklerinden biri insanın daha önce, tarihte kendi yapıp ettiklerini eleştirmek ve şimdi ve gelecek için yeniden değerlendirmek değil mi? Hâlbuki aynı sorgulama “tabiat tarihi” için asla yapılmaz, yapılamaz; çünkü tabiatın eleştirilmesi söz konusu değildir. Neticede insan tabiî dünya ile kendi yapay dünyasını uzun süre ayrı ayrı değerlendirmiştir. Son zamanlarda ise tabiî dünyanın düzeninin bozulma emareleri göstermesi üzerine ilk defa olarak bu ikisinin çakıştırılmaya, örtüştürülmeye başlandığına şahit olduk.  Gelgelelim bu iki dünyanın örtüşmesi meselesini önemsememiz sadece sürdürülebilirlik, kirlilik vs. gibi maddî bir çerçeve içine mahkûm edilemez; çünkü bu aynı zamanda manevî varlığımızı ilgilendiren metafizik meseleleri de ilgilendiriyor.

İki dünyanın örtüşmesinin maneviyata, daha doğrusu var olmak ile ilgili tasavvufî mülahazalara etkisi görüntülerden geçer. Gördüğümüz her şey bize “anladığımız dilden” konuşur. Anladığımız dil ise, bizi biz yapan bilgi, hatıra, duygu, inanç ve sezgilerimizdir. Öyleyse bu noktada en önemli şey, görme eyleminin sadece edilgen, mekanik bir şey, bir sonuç olarak kabul edilmemesidir. Aslında görme, gerçekten de edilgendir, çünkü gördüklerimiz bize konuşunca, üzerimizde bırakacakları etkileri engelleyemeyiz. Öyleyse “görme nasıl sadece edilgen, mekanik bir izlenim olmaktan çıkar da, etkin bir bakışın sonucuna dönüşebilir?” diye sormak gerekir. Buna öncelikle “görme, bir araç olduğu kadar amaç da olmalıdır” diye cevap verebiliriz.

Evet, görmede bir amaç olmalı, yani neyi görmeyi ve nasıl görmeyi istediğimize dair bir fikrimiz, bu fikrimizin arkasında da bir amaç olmalı. Bu sözlerin kulağa acayip gelmesi doğal; ne de olsa dünya sayısız görüntü ile doludur ve bunlar üzerindeki tasarruflarımız ise oldukça sınırlıdır. Yine de biraz düşünürsek, insanı insan yapan şeyler arasında görmeyi düzenleme üzerine tasarrufları olduğunu rahatlıkla fark edebiliriz. Öncelikle insanlar bedenlerinin görüntüsü ile işe başlamış görünüyorlar. Bu iş çıplaklığı kısmen örtmekten giyim modasının en uç noktalarına kadar uzanan bir süreklilik ve çeşitliliğe sahip. Ardından kutsal mekânların alanı genişlettiğini söylemek mümkün. Her hangi bir yapının bir mâbede, bir mâbedin de her hangi bir yapıya benzememesi kuralı kesinlikle bir görme düzenlemesi olsa gerektir. Ayrıca kadim mâbedlerin bazen en yüksek noktasında, bazense içindeki bir derinlikte bulunan en kutsal mekânı görme hakkının seçilmiş birkaç kişiye verildiğini biliyoruz.  Ama sıradan insanlar bile bedenleri ile yaptıkları bazı özel işleri başkalarının görmemesi için duvarlar ve odalar geliştirmişler ve böylece adım adım koca bir mimarlık tarihi teşekkül etmiş. İdealleştirilmiş tabiat parçaları olan bahçeler, sanki dünyanın kaba bir taklidi olduğu cenneti şöyle bir görebilmek için her çağda ve coğrafyada çeşit çeşit yapılmışlar. Ve tabiî görüntüleri yüzeylere nakşetme sanatları, yani bezeme, resim, kabartma ve heykel var. Bunların temsil ettikleri gerçek olmaktan bazen çok uzak olmalarına rağmen görenleri öylesine etkilemiş ki, toplumun düzenini önemseyenlerin bir gözleri hep üzerlerinde olmuş. İnsanlığın medeniyet tarihinde yukarıda sayılanlarla veya başkalarıyla alâkalı sayısız görme kuralı bulabiliriz. Günümüzün resimleri sayılabilecek dijital görüntüler ise bu kadim geleneğimizde yeni bir sayfa açmış görünüyor. Televizyonlar bazı izlencelerin hangi yaşa uygun olduğunu belirtmek zorunda kalıyorken, internette uygunsuz içerikleri engellemek için internet ayarları devreye sokulabiliyor.

(Devam edecek)