20. yüzyılın tamamında ve 21. yüzyılın başlarında insanlığa her alanda tek çare olarak sunulan “Akıl ve Bilim” gibi kavramların yaşanılanlar neticesinde popülerliklerini yitirdikleri ve insanlık adına yetersiz kaldıkları çok rahatlıkla görülmekte. Tek kanatlı bir kuşun nasıl ki uçamayacağı gibi; insanlığın da somut verilerle ancak nicelik anlamında ilerleme sağlayabileceği fark edildi. Bilim denilen olgu ancak aklın ışığında ve kapasitesi ölçüsünde ilerleme kaydeder. Hâlbuki akıl yaratılış gereği sınırlı bir varlıktır. Bundan dolayı da akıl ancak sınırlı varlıkları tanımada insanlığa yardımcı olur. Akıl öncülüğünde ilerleyen bilim de olsa olsa akıl oranında insanlık adına yol alacaktır. Amma velakin insanoğlu yaratılış itibariyle sürekli arzu eden, isteyen bir varlıktır. Onun arzu ve meraklarını sınırlı kapasiteye sahip olan akıl ve onunla ilerleme kaydeden bir bilim cevaplayamaz. Ve bu durum insanoğlunu manevi anlamda huzursuzlaştırır. Onu manen doyuracak, sorularına cevap olacak tek kaynak vardır, o da; Kur’an-ı Kerim ışığında İslam’dır. “Aklın ve Bilimin” olduğu yerde “Dinin” olamayacağı tezinin ne kadar asılsız ve kasıtlı bir yargı olduğu yaşanılanlar neticesinde kendisini net bir şekilde açığa vurmuştur. Bilakis insanoğlu çift yönlü bir varlıktır. Bir yönünün doyurulup da diğer yönünün eksik bırakılması onu sürekli huzursuz edecektir. Akıl ve Bilimin sonuçları insanlığın maddi yönünü doyuma ulaştırırken, manevi tarafını ise inanç oluşturmalıdır ki insanlık kesintisiz bir huzurla yoluna devam edebilsin.

Günümüzde inançtan yoksun ve bu yoksunluğu materyalizme tutunarak, kendi iç açlıklarını tüketim tutkusuyla kapatmaya çalışan bir dünya oluşturulmak istenmekte. Pozitivist ve seküler dünya hayaline hizmet eden emperyalist yapı da, bu düzen çarkını işleterek insanları ölene kadar sömürmeye devam etmektedir. Bugün gelişmiş olan birçok ülkede durum bundan farksız değildir. Bu ülkelerde yaşayan insanlar, vakti gelince sisteme entegre edilerek modern kölelik yolunda çalışma hayatına atılırlar. İnsanlara krediler karşılığında verilen gayrı menkullerle insanların hayatları bunların ödenmesi yolunda alı tutulur ve yıllar boyu bu sömürü çarkına hizmet etme noktasında ömürler tüketilir. Kapitalist dünya ölçünleri insanları bu düzende tutar ve bu çarktan kolay kolay çıkılamaz. Modern kölelik yolunda, insanların genel hayat akışı sistemlidir ve belli bir standartta tutulur. Kim bu standartları aşarsa artık ipin ucunu kaçırmış demektir. Duruma hâkim olamaz ve düzeni altüst olur. Bu yapı, o ülkelerde yaşayan insanlarda müthiş bir korku hali oluşturmuş ve “Sakın ha bu ay tökezleme” algısını yerleştirmiş durumdadır. Sözde özgürlükler ülkesi olan bu yerlerde insanlar, ancak ve ancak kanunların kendilerine tanıdıkları haklar çerçevesinde özgürdürler. Aile mefhumunun zaten çok zayıf olduğu bu yerlerde insanlar adeta alkolle uyuşturulmaktadırlar. Dini gerçeklik buralarda kaybolmuş durumda. Yani insanlar dini duygularla ilişki kuramıyor, anlatılanlar algılarda bir masal etkisi yapıyor. Manevi anlamda özellikle de inanç noktasında cevap bulunamayan soruların birinci derecede muhatapları ya alkol masaları ya da psikologlar olmakta. Ülkelerin her bir köşesini, en ücra yerleşim yerlerine kadar psikologlar sarmış durumda ve her aileden en az bir fert haftanın belirli günlerinde psikoloğa gitmektedir. Şimdi ve görünürde gelecekte, maddi anlamda herhangi bir sıkıntılarının olmadığı bu ülkelerde insanlar neden akın akın psikologlara gitmektedirler? Uçamadıkları için olmasın… “Devamı Haftaya