Babam da onun bir dediğini iki etmezdi. Babama dair benim bilmediğim öyle güzel hatıralar nakletmişti ki, her kardeşin böyle kardeşlikler yaşamasını isterdim. Bunları da özellikle anlattığına eminim, çünkü ben de çocuklarıma naklediyorum, “Aile Ocağı” böyle bir şeydir.

Ocak, bizim kültürümüzde apayrı bir yere sahiptir; “Aile Ocağı” da öyle… Odun tandırda, insan ise “Aile Ocağı”nda pişer ve olgun şahsiyet haline gelir. Odunun kemali kül, insanın kemali kul olmaktır. “Od düştüğü yeri yakar!” derler ki, büyük sözdür. Ateş, evvelâ bizim aile ocağına düşmüştür. İstisnasız ailede büyük küçük herkesin yüreği yanmıştır. Musa Bey, büyük dedesi Musa Bey’in ismini almıştı ve hakikaten bey idi. İlgilenmediği, derdine koşmadığı tek bir aile üyesi yoktur. Yalnız aile değil, hısım akraba, tanıdık, hemşeri vs. Musa Bey’e derdini açıp da ilgi görmediği tek kişi olmamıştır. Herkesin derdini halletmek için elinden gelen her şeyi ve sonuna kadar yapardı; tebessümünü asla eksik etmezdi yüzünden. Çektiği yüke tahammül etmek, her yiğidin harcı değildir. Ahir ömründe çektiklerinde bunların etkisi olduğunu düşünüyorum; taksiratına dilerim kefaret olur.

Zamanda iz bırakmış bir siyasetçinin yakını olmak zordur. Bendeniz o zorluğu daima yaşadım. Ona düşmanlığı olan hıncını fırsat bulunca sizden alır; dostları ise sizden aynı yakınlığı borçluymuşsun gibi bekler. Hakkında ağır sözler söylerler yutkunursun, yalaka sözler ederler katlanırsın. Hemen hemen her insan hangi sözün nereden ve ne niyetle söylendiğini anlar; ben de anlardım ama çoğunlukla sükût geçerdim. Merhum amcama bazı aile meseleleri hariç, hiçbir yük havale etmedim ve o açıdan mutmainim. O kadar ciğerli bir insan idi ki, kızım Ankara’da mülakat sınavına girecekti. Terminalden kendisi aldı, misafir etti. Ertesi sabah sınav yerine bizzat kendisi götürdüğü gibi, kapıda heyecanla beklemişti. Hepimize karşı öyleydi, dilerim bu özelliklerini çocukları ve çok sayıdaki yeğeni büyük bir aile mirası olarak görürler.

 Bir şeyi de tavzih etmeyi dilerim. Genellikle “halim selim” bir insan olarak tanımlanırdı ve birileri de bunu bir ayıpmış aleyhine kullanırdı. Çünkü af edersiniz, politikacı dediğin biraz yırtık(!) olmalıydı. Amcam halim selim(!) değil, “ölçülü” idi. Hiddetlenmesi gereken yerde celallenir, hiddetlendiğinde de gözleri aynen dedemin gözleri gibi çakmak çakmak olurdu. Bu hususta bende çok sağlam hatıralar var ama aile içinde söylenir, miras gibi dillendirilir. Kadim ve müşterek dostumuz eski İstanbul milletvekili Mukadder Başeğmez aradı ve iki hatırasını nakletti. Kendisi yazsa belki daha iyi yazar ama “Sen, şair yazar adamsın(!), bana nakletmek düşer!” dedi. Bir kongre hazırlığı arifesinde Mukadder Bey, “kapıda biriken kelime-i tevhit bayrağı, takke, şalvar ve sakal pazarlayan tiplerle mi biz İslam’ın güzel yüzünü göstereceğiz. Demokrasi, insan hakları, şehircilik, estetik gibi konularda fikirlerimizle temayüz etmemiz gerekmez mi? Bu kongreye böyle hazırlanalım!” diye düşüncelerini belirtmiş. Önce kıdemli bir milletvekili, “Sen o şalvarlılar sayesinde milletvekilisin!” diye çıkışmış, sonra ağır toplar ağızlarına geleni söylemeye başlamış. Mukadder Bey, “Aniden Musa Abi masaya vurdu ve Mukadder Bey’in sözlerini neden çarpıtıyorsunuz, söyledikleri sonuna kadar doğru!” dedi. Arkasından merhum Ahmet Arıkan da tebliğde tutulan yolun yanlış olduğunu dile getirmiş ve Mukadder Bey’i desteklemiş. Diğer bir hatıra Türkiye’de neler yaşandığına da ışık tutuyor. Emniyet güçleri 28 Şubat sürecinde grup toplantısı salonunun kapısına dayanmışlar ve bir milletvekilini derdest edip götürmek istiyorlar. Mukadder Bey, itiraz etmiş ve bu meclisi yakarım filan gibi sözler söylemiş. Birden Musa Bey çıkmış ve resmen nara atmış ve kimin ….siniz, ş……ler türünden ağzına gelen her lafı saymış. Ertesi gün Mukadder Bey’i aramışlar ve makam arabası göndererek o milletvekilini ifadeye götürmüşler. 

Söylenecek söz çok ve hepsi de boğazıma yumruk gibi oturuyor. Çünkü biz, bir devrin çocukları başta Musa Bey olmak üzere amcaların, dayıların kucağında, ocağında yettik; sevmeye belki de merhum anne ve babama fırsat bile kalmıyordu. Hatıra çok olunca acı da çoğalıyor. Geçen yıl da Nevzat Amcamı yola vurmuştuk. Şimdi yana yanalar. Bir amcamız kaldı ve o da Almanya’da olduğu için cenazesine de katılamadı, önceki kardeşlerinin de başucunda bulunamamıştı. Hülasa devran dönüyor, keşik bize geliyor. Allah iman ve Kuran’dan ayırmasın; yas üç gündür, acı bir ömür sürer.

“Ömrün senin ok gibi, yay içinde dopdolu;

Dolmuş oka ne durmak, ha sen anı attın tut.”