Namaza yakınlığıyla, ıraklığıyla belirlenmediği için manasızlaşan vakitlerde gelen çay davetleri tıkız, sohbetler kılçıklı… Ezan sesinin girmediği loş mekânlarda, gıybetin kokusu sinsice giriyor yenimizden, yakamızdan. Heraklit diyalektiğinin, o zamane yalakalığına teşne kurgusu, modern modundayanıbaşımızda akan namaz ırmağından bizi sıyırıp alıyor; “değişim tanrıları” kuşatıyor sözlerimizi.
“Ben olmak!” vakt içre özge bir vakte sahip olmaktır; onun biricik yolu da zamanı aşma imkânı veren namazdır. “Huzurdayım!” şuuruyla varılan secde; zamanın akışını değiştirmenin ezeli ve tek diyalektiğidir; geçmişin muhasebesi, geleceğin istikametini tayin fırsatıdır. “Devran havadisi” ilk tekbirle beraber sükûta erer, göğe doğru akan ırmak çağıldamaya başlar; “varoluş” işte bu, “ben olmak!” işte bu, “olmak!” işte budur. Beynamazlık, sele kapılan zavallı koyun ölüleri gibi, zamanın çılgınca akan ırmağında sürüklenmektir… Saatin sarkacı salınsa da ölmüşe kâr etmez…
Yüreğini saniyelere bağlayarak yavuklunun yolunu bekleyen genç, randevuyu kaçırmamak için duvardaki saatin karşısında mıhlanan işadamı, dünyayı yönetmek gafletine dalan büyük siyasetçi; “namazı müteakip” gibi iki dünyayı kucaklayan bir zaman ölçüsünden haberdar mısın? Değilsen; yolun ya harama uğrar ya yolsuzluğa. Dünya hayatı, vuslat ile ayrılık arasında geçen vakit aralarını doldurmaktır.
“Dakik olmak!” incelikleri fark etmek demektir. Şimdilerde, pek çoğu “öyle de olur, böyle de olur” sadedindeki işlere saatinde katılmak gibi mekanik ve sıradan bir anlama bürünmüştür. Hayatı kadranda seyretmeye alışan, eni sonu zamaneye tabi olur… Canı tamuya direk olası albız da seccadeyi altımızdan kaydırmak için yoğun mesaidedir; bizi yârin mahallinden uzaklaştırmak için her dem başka bir bahane üretmededir.
Namazla yükseğe, en yükseğe çıkarak incelen ve dünyaya dönen kişidir dakik olan… Varlık karşısındaki dikkat, miraç yolcusunu alçaktan akan suyu yükseğe dökmek hünerine er geç vardıracaktır.
Yaşamak, “namazı müteakip” yaşamaktır; bakîsihüsran.