Ramazan yine ramazan ve yine dolunay gibi ama biz eksilmişiz.
Bir dede vardı şu değirmi sofrada. Rengi solmuş ve hissettirmese de iftar saatini tıfıllar gibi dört gözle beklemekte, Şimdi yok. Nene de yok.
Gitiler…
Baba ve anne… Biri taşır ah demez, diğeri pişirir yüzünde hep tebessüm ve hissedilir bir hüzün. Benim tanıdığım bütün analar böyleydi galiba; hem mürebessim hem hüzünlü.
Gittiler…
Çocuklar sonra; boy boy… Onlarla dünya, sofra onlarla sofra. Oruç tutmadığı yaşlarda da akşam ezanını en çok onlar severdi. Oruca başladıklarında sofraya apayrı bir kemal gelir.
Dağıldılar…
Sanki hiç aynı sofrada otırmamış gibi çekirdek çekirdek yaşıyorlar.
“Torunlar” da diyeceğim ama dedeyle torunun aynı sofraya oturdğu artık pek nadirdir. İftar sofrası ailenin sosyolojisini, son yüzyıldaki ahvalini yansıtan pitoresk bir manzaradır.
Ailesiz iftarı bir karı bir koca olanlara sormalı.
Her kaşıkta ayrı bir hatıra…
Koskocaman sofra bezinin ortasında bir ufacık tepsi.
İnsan da bu dünyaya dolunay gibi geliyor incecik bir hilale dönüşüyor ve kayboluyor. Sonrasını bilen, rivayet ise çoktur.
Bizden evvel gidenlere selam olsun.
Bizden evvel gidenlere rahmet olsun.