Muhacir komşularım başları dik yürüyünce acayip mutlu oluyorum. Neler bıraktıklarına arkalarında azıcık muttaliyim. Yaşama sevinçleri bana yaz güneşi gibi geliyor. Bir çedene kızları var, şımarık mı şımarık. Şımartmayı seviyorum ama bazı mesafeleri bir anda dolu dolu aşamıyoruz. Türkçeyi onlar hızla öğreniyorlar, bizimse azıcık Arapça öğrenmeye hiç hevesimiz yok. Gerçi Suriyeli kızlarla evlenen gençlerimiz, billahi eskisi kadar kazak değiller, “habibi” demeyi öğrendiler meselâ.

O beş yaşındaki kızın insanı ağlatan bir hikayesi var. Ben hikaye anlatmayı sevmem; dilerim burada kalırlar ve hikayelerini kendileri yazarlar. Şartlar öyle gerektirir de giderlerse de yazacaklar/anlatacaklar elbette. Okuyamayacağız/dinleyemeyeceğiz belki ama bizler de mahallece içinde olacağız. Dört Eylül’de jetler Sivas’ta gösteri uçuşu yaparken onlar müthiş bir korkuya kapıldılar, zor bela harp darp olmadığını anlattık. O çocuk neden biraz daha şımarık? Ben onun cevabını işte net olarak biliyorum: Savaşın ve göçün içinde büyüyen çocuklar, sonradan daha çok seviliyor ve şımartılıyor. Babamların nesli öyle bir nesildi. Onların annelerinin sevecenliğinin, fedakarlığının boyutlarına bugün olmuş akıl sır erdiremiyorum. Bir ikazda bulunayım, yokluk içinde ve yalnızca çok sevilmek suretiyle şımartılanlardan bahsediyorum, variyet içinde şımartılan çocukların durumu tamamen farklı. Komşularım burada sulh içindeler, inşallah sulh günlerini kendi yurtlarında da görürler.   

Hanımlar daha iyi anlaşıyor. Beyler maalesef selama kelama yavan; kendilerince geçerli sebepleri de olabilir. Kaynaştılar, kültürleşiyorlar; ufak tefek alışveriş bile yapıyorlar. Çağımız icabı erkeğin evini çatamaması gibi, dişi kuşlar da tam anlamıyla yuva haline getiremiyor ama komşuluk ilişkileri hâlâ onlardan soruluyor. Çok kullanıyoruz, düşünmeden kullanıyoruz insan diyoruz, insan hâli diyoruz, insanlık diyoruz… Ama en çok da insan olduğumuzu hatırlamıyoruz. Değerli bir dostum, arkadaşlarını memleketini gezdirmeye götürmüş. Ninesinin ana dili Rumca ve çok kısa cümleler hariç, Türkçe bilmezmiş. Kendisi ise Rumcayı çok az biliyor. Arkadaşlarını tanıtırken gülerek “Nine, arkadaşlarım Türk!” demiş. Kadıncağız gayet sakin ve yumuşacık:

─ Olsun uşağım, onlar da insandırlar!

Demiş.

Bu o kadar arı duru bir cümle ki, ne ardında başka bir niyet var, ne başka bir rivayet kaldırır. Günümüz dünyası insanlık adına kıtalararası örgütlerin aktif olduğu bir dünya ama insanlığın büyük bölümü dayanılmaz acılar yaşıyor. Suriye üzerine yapılan çoğu tartışmanın insaniyetle uzak yakın ilgisi yok. Hangi ülkeden olursa olsun mülteci mülteci, muhacir muhacirdir. Bütün mülahazaların üstünde, insan olana hukuklarını korumak düşer. Kolay değil, biliyorum; karşılıklı ve tabii en çok da biz sabredeceğiz ve tahammüllü olacağız. Anlamak, sevmekten öncedir; önce neler olduğunu anlamamız gerekir. Komşularımın yeni nesilleri artık gayet güzel Türkçe konuşuyor. Burada kalırlarsa bizden biri olacaklar, giderlerse Türkçe ile gidecekler.

Güzdür, “kış devlüğü” zamanıdır. Erişte, kuskus, tarhana, peskütan, kuşburnu, pestil ve tabii turşu işleri son sürat yürüyor… Sivas’ın vazgeçilmezi pezük turşusu ve hanımlar turşu işini konuşuyorlar. Bizde patlıcan turşusu âdetten değil.   Suriyeli hanım patlıcan turşusu yapacakmış onu anlatıyor. Bizim hanım turşu, Suriyeli hanım “torşi” diyor, telaffuzu Arapçadaki “Tı” harfiyle… Turşu iler torşi anlaşıyor; ben de keyifle dinliyorum. Patlıcan torşisinin tadına bakacağımı zannediyorum. Bir bakmışsın hoşumuza gitmiş, gelecek yılın kış devlüğüne bir de patlıcan turşusu eklemişiz.