“Milli Mimari” meselesi, Cumhuriyet tarihimize dâhil edilse de, şehirlerimizin mimari külliyatına baktığımızda nitelikli ürünlerin kayıtlanamadığı en hüzünlü uğraşıdır…
Bundan yaklaşık 90 yıl önce, 1932’de Güzel Sanatlar Akademisi yani şimdiki adıyla Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Alman Mimar Ernst Egli’nin öncülüğünde bir seminer programlanır. Egli, seminerin yürütücülüğünü yapmak üzere ise -o dönemki asistanı- Sedad Hakkı Eldem’i görevlendirecektir. Evet; kayıtlara göre 1933-1934 yılında faaliyete başlayan seminerin adı “ Milli Mimari Semineri ” dir. Seminerin kapsamına geçmeden şu “Milli Mimari” meselesini deşelemek gerek. Ancak belki başka bir yazımızda Cumhuriyet dönemi mimarlık kültüründe “Milli Mimari ”söyleminin tarihsel uzantılarına ve aktörlerine ayrıntılı olarak değiniriz. Şimdilik meseleye dikkat çekecek bir vurgu yapalım. Türk mimarlığında Kemaleddin ile Vedat Tek gibi önemli mimarların milli mimarlık çabaları bir kenara bırakılacak olursa, “Milli Mimari” söyleminin/ tasarısının soykütüğü aralandığında; en başat aktör; Sedad Hakkı Eldem(1908-1988) ’dir. Cumhuriyet dönemi mimari fikriyatında Modernizmin bir türlü uğurlayamadığımı misafir gibi olan “Milli Mimari” üslubunun kusurlarını! tavzih etmeye çalışan Eldem için seminer, romantik içeriğiyle adeta hareketin melcesi (sığınağı) haline gelmiştir. Moderni millileştirme çabasında altın yüzüğünü takan Eldem’in mesleki kariyeri boyunca -ısrarla sürdürdüğü- sivil mimarisine odaklanan arayışı ise onun “milli mimarinin kurucusu” olarak nitelendirilmesini sağlamıştır.
Eldem eliyle görselliğe bağlı bir keşfe dönüşen “Milli Mimari Semineri (1934-1952)”, adeta “Milli Mimari” meselesinin perisi gibidir. Seminerin temel gayesini, Türk mimarisiyle sıkı bir temasa geçmek olarak dile getiren Eldem, Türk mimari eserlerin etütlerinin ise her talebenin istidadına ve hevesine göre muhtelif yollarla sağlanacağının altını çizer. Arkeolojik rölövelerdeki titizliğin beklenmediği dahası tedrisatın gayet serbest tutulduğu seminerde yapılan çizimler (rölöveler), “Türk Evi” fikrinin görselliğini dem kıvamına getiren çizimlerdir. Aynı zamanda bu görsellik, milli bir mimari modele dönüştürülen imgelemlere payanda olacaktır. Daha açık ifadeyle, seminerin dökümleri, milli mimari söyleminin ayırt edici unsurlarını içerik olarak tamamlayan bir bağlamda kurgulanmıştır. Seminer kapsamında başta İstanbul olmak üzere, Anadolu'nun çeşitli kentlerinde eski Türk evlerine ait rölövelerin yeni mimari tasarımları etkileyen bir yönü vardır ki, bu aynı zamanda, Milli Mimari Nedir? sorusunun cevabını geleneksel konut mimarisinin özünün deşelenmesinde arayacak herkesin Eldem’in ardına düşmesini sağlayacaktır.
“Türk Evi” kavramının oturtulmaya çalışıldığı yıllarda bünyesinde barındırdığı senaryolarla uzun soluklu bir görsellik kaynağı olan seminere kısmi de olsa dahil edilen resimsel imgeler, öylesine etkili olmuştur ki, tıpkı Eldem’in tariflemeye çalıştığı yöntemi andıran biçimde yığınla “Türk Evi” görselleri ortaya çıkmıştır. Dönemin önemli mimarlarından İtalyan asıllı Mongeri’nin sulu boya çalışmaların tutunda, yine Holzmeister, Paul Bonatz gibi mimarlarında ilgi odağında yer alan bu imgelem seminere dahil olmayan birçok mimarında ilgisini çekmiştir. Kısaca seminerin yürürlükte olduğu 1934’larla 1954 aralığında gördüğü farklı tarihsellikleri görselleştiren öğrenci ve mimarlara rastlarız.
Aslında, “Milli Mimari” romantizminin içine sızan görselliğin tarihsel kökeni, batılıların egzotik ve pitoresk imge tutkularının millî bir çizgide ayıklanıp benimsenmesinin bir sonucudur. 1930’lı yıllardan başlayarak hem Eldem’in kuşağındaki mimarlarca hem de onun öğrencilerince işlenen bu maden, sonrasında aynı yolda tutkulu bir şekilde devam ettirilmiştir. Hem seminer döneminde, hem de sonrasında birçok mimar bu cezbedici pitoreskliği keşfe soyunur. Eldem’in seminerine dahil olan talebeleri, hem de sonraki kuşak bu görsellikleri yaratma arzusundan vazgeçmezler . Halit Femir, Bedri Kökten, Harbi Hotan, Muhlis Türkmen, Kemali Söylemezoğlu, Hüsrev Tayla, gibi bu tutkuyu devam ettiren mimarların yanısıra ressam ve arkeolog Mahmut Akok gibi sanatçıların ve daha birçok ressam da bu görsellikleri sahnelemişlerdir. Neticede Türk evi görselliğine olan ilgi, 1960’lardan sonra da artan bir ilgiyle devam etmiştir. Özellikle 1960’tan sonraki düşünsel çeşitlilik ve bölgeselciliğin de getirdiği teşvikle çok farklı görsellikler ortaya çıkmıştır. Kısacası, romantik ev imgelemi, rasyonel “Türk Evi”ne dönüşürken ardında kendi yolunu tayin eden bir görsellik damarı açmıştır. Milli mimarlık hareketinin temel objesi haline gelen “Türk Evi” imgesini besleyen bu görsellikler, çok değerli bir kitabın yapraklarına benzer. Nostaljik bir tutkuyla kimileri, aradan yılla geçse de aynı sayfaları tekrar tekrar okur. Öyle ki, kendi öz değerlerimizi yansıtan bir mimarlık ideali tanımında gene ilk adreslerden biri bu görselliklerle inşa edilen “Türk Evi”nin yöresel imajlarıdır. O yüzden olsa gerek, görsellikle inşa edilmeye çalışılan “Türk Evi” zamansız bir imgeleme dönüştürülmüştür . Son olarak seminer vasıtasıyla hayal edilen “Milli Mimari” söyleminin başına ne geldiğini tartışacak olursak. O da şudur: “Milli Mimari” söyleminin öğretisi çok uzaklarda kaldı. Eldem’in yolundan gidenlerin bir kısmı, bunun sadece, bir romantik meselenin kayıtlanan halleri olarak gördüler ki, bunun sonucunda da sivil mimarlık ürünlerinin belgelemeciliğine dayanan bilimsel rölövecilik doğdu. Diğer taraftan “Milli Mimari” tasarısını mimarimizde yeni bir ufuk olarak görenler artık var mıdır bilinmez; ancak “Mili Mimari” tasarısı, bu yolda ortaya çıkan kötü sonuçlarla yaralanmıştır ki, “Milli Mimari” söylemi yaranın üstünü yeniden aynı gürültüyle kapatıyor…
Uğur TUZTAŞI
Mayıs, 2022.