Sevgili okurlar; geçen haftaki Bir Pencere Ne Söyler? Yazımıza Prof.Dr. Muzaffer Civelek’in cevap niteliğindeki mektubunu sizlerle paylaşmak istiyorum. Benim için çok değerli büyüğüm, Muzaffer Civelek tarafından kaleme alınan bu mektup, benim ufkumu açtı. Mektubu okuyunca, Bir Pencere Ne Söylemez ki? Diye düşündüm. Sayın Prof. Dr. Muzaffer Civelek’e şahsıma kattığı herşey için minnettarım. Umarım bu ufuk açıcı mektubu keyifle okursunuz. Saygılarımla
Selâmlar.
Bir pencere ile ilgili yazınız ben de bir takım çağrışımlar uyandırdı ve aşağıdaki satırları yazmaya vesile oldu:
Hani şair demiş ya: 'Yarı yoldan ziyade yerden uzak-Yarı yoldan ziyade mâha yakın'. Şiirle nesir arasında bir yazı olmuş. Bu bakımdan şiirdeki şaire açık, bize oldukça kapalı vadiler, gizli körfezler yol boyunca devam ediyor, bizi pencerelerin yarı sihirli, yarı gerçek dünyasına götürüp bırakıyor. Sanırım şairliğin sırlı iklimi böyle. O küçük pencereleri ben de gördüm. Onlar olmasaydı Şifahiye nefessiz kalır, boğulurdu diye irkilerek düşündüm.
İyi ki bu yazıyı yazdınız. Ve ayrıca düşündüm ki, hayatımızın yüksek duvarlarında hepimizin nefes alacağı küçük pencerelere ihtiyacı var. Yoksa da içimizdeki mimarın bunları açması gerekir sanıyorum. Beki bu yüzden İnşirah Suresini hatırladım.
Pencereler sadece dışarıyı gözleyen değil, perdesinin aralığından içimizde barınanları ele veren açılışlarla bizim sevgilimiz olurlar. Yine şair çok güzel özetlemiş: 'Eşyayı tanırken hepimiz sade dışından - Esrarına yol bulduk onun anlatışından'.
Bir pencere ne söyler? Ağır perdelerle sımsıkı kapalı pencereler, tülleri rüzgârla havalanan pencereler, arkasında bir görünüp bir kaybolan sevdiceği saklayan pencereler, annelerin sokakta oynayan çocuklarını izlediği ve her an kanatları açılıp onlara seslendiği pencereler, önlerinde çürümüş teneke saksılarda 'bir katre alev' gibi karanfillerle ve sardunyalarla komşuluk eden pencereler, demir parmaklıklı pencereler, iri güzel gözlü bahtiyar pencereler, kısık gözlü muzdarip pencereler...ve daha niceleri.
Geçen 1 Eylül'de Karamürsel'e yağmur yağdı. Lise yıllarıydı, bana altmış yılı çoktan geçmiş başka bir 1 Eylül'ü hatırlattı. Zira o gün de İstanbul'a yağmur yağmıştı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarını kıyılarında geçirdiğim Marmara denizine bakan evimizde yağmur sesi beni pencereye sürükledi, içim hüzünle doldu ve hâlâ muhafaza ettiğim aşağıdaki satırları yazdım:
Eylül 1 İlk sonbahar yağmuru
Düştü kuru toprağa
Tıkırdarken damlalar camlarda
Uyandım ki gençlikten bir yaz daha
Kapanmış
Ardında renk renk sahiller
İşte bu da küçük bir pencere hikâyesi. Şimdi artık nadiren ziyaret ettiğimde eski mahallede gözlerim o pencerelere kayar, içim acır.
Bu vesile ile sağlık ve âfiyet niyazımla sevgiler sunar, güzel duygu dolu yazılarınızın devamını dilerim.
Muzaffer Civelek.