Köşe yazarlarımızdan Gökhan Kara, bu önemli günün önemine dikkat çekmek adına Sivas Cumhuriyet Üniversitesi (SCÜ) Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sağlık Programları Bölümü Kadın Hastalıkları Öğretim Üyesi Doç. Dr. Funda Evcili’yi köşesine konuk etti.
Soru-cevap şeklinde geçen röportajda terör, soykırım, travmatik olayların yanı sıra cinsiyetler arası eşitsizlik ön plana çıktı.
İşte o röportaj:

“Soykırım şiddeti bağlamında ortaya çıkan dinamikleri anlamak için kadınların deneyimlerine bakmak kilit önem taşır”


Bugün 08 Mart Dünya Kadınlar Günü. Günün anlamı ve önemi hakkında bilgi verir misiniz?


8 Mart Dünya Kadınlar Günü Birleşmiş Milletler’in (BM) resmi kabulü ile 1977 yılından itibaren kadın hakları ve eşitlik mücadelesinin evrensel sembol günlerinden biri oldu. Gün, kadınların sosyal, ekonomik, kültürel ve siyasi başarılarını öne çıkarmamak, kadın hakları mücadelesini desteklemek ve kadınların yaşadığı sorunlara dikkat çekmek amacıyla her yıl kutlanmaktadır. Bu amaca yönelik olarak BM tarafından her yıl gün kapsamında bir tema belirlenmekte ve bu tema çerçevesinde faaliyetler gerçekleştirilmektedir BM’nin 2024 yılı Dünya Kadınlar Günü teması “Kadına Yatırım” olarak belirlenmiştir. 


Bu tema çerçevesinde kadınlara hangi alanlarda yatırım yapmak önem arz ediyor, açıklar mısınız?


Kaynakların dağılımda ve fırsatlara ulaşma noktasında kadınların yaşadığı eşitsizlikler en büyük insan hakları problemlerinden biri. Bu nedenle toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kadın yoksulluğunun sonlandırılması, cinsiyete duyarlı ekonomik programlarının uygulanması gibi kritik alanlarda kadınları desteklemek “kadına yatırım” olarak değerlendirilebilir. Kadınların ve kız çocuklarının haklarının hayatın her alanında güvence altına alınması, insan haklarının bir gereği ve yaşanabilir bir dünyanın en temel koşuludur. Ancak ne yazık ki, kadınlar, 21. yüzyılda hala eğitimden çalışma hayatına, siyasetten sağlık hizmetlerine erişime kadar birçok farklı alanda cinsiyetler arası eşitsizliği yaşamakta ve var olma mücadelesi vermektedir. Özellikle dünyanın pek çok bölgesinde eğitimde eşit fırsatlara erişememe, eşit ücret, terfi ve kariyer fırsatları gibi konularda erkeklere göre geri planda bırakılma durumu sözkonusudur. Kadınlar, yine dünyanın birçok yerinde hala siyasette istenen düzeyde temsil edilmemekte, karar alma süreçlerine katılamamaktadır. Sağlık hizmetlerine eşit erişim, cinsel ve üreme sağlığı haklarını kullanma, özellikle gebelik ve doğum hizmetleri, cinsel yolla bulaşan enfeksiyonların önlenmesi gibi konularda eşit ve adil hizmet gereksinimleri bulunmaktadır. Cinsiyete dayalı ayrımcılığın ve şiddetin sona erdirilmesi, toplumsal cinsiyet rollerinin esnek ve eşitlikçi bir şekilde yeniden tanımlanmasını bir gereklilik olarak görmektedirler. Bu alanlarda kadınların mücadelesi ve var olma çabası, adil, eşit ve kapsayıcı bir toplum için devam etmektedir.


Günümüz dünyasında kadınların yaşadığı önemli sorunlar yalnızca cinsiyetler arası eşitsizlik ile sınırlı değil. İçinden geçtiğimiz şu günlerde 08 Mart Dünya Kadınlar Günü bağlamında savaş, terör, soykırım gibi travmatik olayların kadın yaşamı üzerine olumsuz etkilerinin de konuşulması gerekiyor. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz?
Evet ne yazık ki kadınların savaş, terör, soykırım deneyimleri, 08 Mart’ın sadece bir anma ve kutlama günü olmasını engelliyor. Savaşların hakim olduğu coğrafyalarda terörün ve soykırımların karanlığında yaşayan kadınların derin acılarına tanıklık etmek için çok uzak bir geçmişe gitmek de gerekmiyor. Bugün Gazze’de insanlık tarihi boyunca belki de en büyük soykırımlardan biri dünyanın gözleri önünde gerçekleştiriliyor. Elde edilen veriler, Gazze’de yaşamın özellikle kadınlar açısından hayal edilemez derecede acı verici olduğunu ve yıkıcı etkiler yarattığını gözler önüne seriyor. Örneğin; BM Nüfus Fonu, Gazze’de 7 Ekim 2024’ten bu yana süren saldırılar neticesinde yaklaşık 1 milyonu kadın ve kız çocuğu olmak üzere 1,9 milyondan fazla insanın yerinden edildiğini; bölgedeki ölümlerin yaklaşık %70'ini kadınlar ve çocukların oluşturduğunu açıkladı. Savaşın başlamasından sadece birkaç hafta sonra, düşük ve ölü doğum vakalarının %20 arttığına dair raporlar yayınlandı. Dünya Sağlık Örgütü ve BM Nüfus Fonu verilerine göre, Gazze'de yaklaşık 50.000 gebe kadın var ve bu gebeliklerin %40'ını yüksek riskli gebeler oluşturmakta. Gebeler, Gazze'de kuzeyden güneye yaklaşık 30 km yolculuk yapmak zorunda bırakılıyor. Günde en az 180 doğum insanlık dışı, onur kırıcı ve tehlikeli koşullarda gerçekleşiyor. Bu doğumların yaklaşık %15'inin temel veya kapsamlı obstetrik bakım gerektiren komplikasyonlara neden olduğu tahmin ediliyor. Sağlık altyapısının tamamen yok edildiği şehirde, doğum hastaneleri ve yenidoğan üniteleri hizmet veremiyor, doğum sırasında kadınlara hizmet verecek yeterli sayıda doktor, hemşire, ebe yok. Doğumda kullanılmak üzere ihtiyaç duyulan ağrı kesici, anestezik madde, su ve hijyenik malzemelere ulaşılamıyor. Bebekler, doğum sırasında bulunan herhangi bir keskin nesneyle kesilen göbek bağlarıyla sanki vahşi doğada doğuyor. Sezaryen operasyonlar cerrahlar tarafından steril olmayan koşullarda, anestezisiz gerçekleştiriliyor. Daha da ötesi Washington Post'un raporuna göre, bazı durumlarda, ölü kadınlara sezaryen operasyonları yapılıyor. Bu insani olmayan koşullarda anne ve çocuklar hayatta kalsa bile acı ve endişe veren durumlar varlığını sürdürüyor. 45 bin gebe ve 68 bin emziren kadın gıda krizi, anemi, kanama ve hatta ölüm riski altında yaşam mücadelesi veriyor. Anneler, bebeklerine süt üretebilmek için yeterli gıda ve temiz suya ulaşamıyor, mülteci kamplarında formül mama bulunsa bile mama hazırlayabilecek temiz suya ulaşmak mümkün olmuyor. Gazze'deki durumun ateşkesin ilan edildiği, mevcut saldırıların aynı şekilde devam ettiği ve saldırıların şiddetinin arttığı 3 farklı senaryoda nasıl değişeceğini öngören çalışmalarda, 7 Şubat-6 Ağustos 2024 tarihlerinde tüm senaryolarda anne, yenidoğan ve ölü doğum sayılarında artış yaşanacağı tahmin ediliyor. Ancak, kadınların yaşadıkları bununla da sınırlı değil. Gazze'de yaşanan ciddi insan hakları ihlalleri nedeniyle binlerce yerinden edilmiş kadın, sadece sağ kalmaya çalışmıyor, aynı zamanda tuvalet ve ped bulma gibi özel problemlerle de başa çıkmaya çalışıyor. BM Nüfus Fonu verilerine göre, 690.000'den fazla adet gören kadın ve genç kızın hijyenik ürünlere erişimi bulunmuyor. Bu nedenle doğum sonu, düşük ve adet kanaması yaşayan kadın ve kız çocukları çadır kumaşı, kıyafet ve kesilmiş havlu parçalarını kullanmak zorunda kalıyor, bu da enfeksiyon ve toksik şok riskini artırıyor. Kadın ve kızların yaşam, güvenlik, sağlık ve onur haklarını koruma yükümlülüğüne ve hiç kimsenin cinsel şiddet dahil işkence, kötü veya aşağılayıcı muameleye maruz bırakılmamasını sağlamaya yönelik uluslararası yükümlülükler hatırlatılmasına rağmen Filistinli kadınlar ve kızlar sıklıkla aile üyeleriyle birlikte Gazze'de keyfi olarak infaz ediliyor ya da gözaltına alınıyor. Hatta uluslararası ajanslar tarafından kadınların bazılarının öldürüldüğü sırada ellerinde beyaz bayraklar taşıdıkları bildiriliyor. İsrail ordusu tarafından kadın tutukluların birçoğunun, insanlık dışı ve aşağılayıcı muameleye maruz kaldığı, ped ve gıda ihtiyaçlarının karşılanmadığı, ilaçlarının verilmediği, ciddi şekilde dövüldükleri belirtiliyor. Savaş bölgelerinde kadınlar, tecavüz, cinsel köleleştirme, taciz ve diğer cinsel şiddet biçimleriyle karşı karşıya kalabiliyorlar. Bu tür cinsel şiddet eylemleri, savaşın bir silahı olarak kullanılıyor ve kadınların bedenleri üzerinde kontrol ve tahakküm sağlamak amacıyla işleniyor. Filistinli kadınların gözaltındayken çıplak şekilde soyularak erkek subaylar tarafından arandıklarını, cinsel ve cinsiyet temelli şiddete maruz kaldıklarını, aşağılayıcı koşullarda fotoğraflarının çekildiğini ve çevrimiçi olarak paylaşıldığını belirten raporlar mevcut. Uzun vadede değerlendirildiğinde savaşın parçaladığı toplumlarda cinsel şiddetin başlıca öznesi olan kadınlar, istenmeyen gebelikler, güvenilir olmayan koşullarda düşükler ve cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlar açısından da risk altında. Öte yandan savaş, toplumsal yapıları ve rolleri de değiştiriyor. Dağılan ailenin güvenliğini sağlama, yaraları sarma, ailesini besleme, koruma, geçindirme ve temel ihtiyaçları sağlama sorumluluğunu hayatta kalan kadınlar tek başına üstlenmek zorunda kalıyor. Böylelikle, savaşın söz konusu olmadığı “huzurlu” ortamlarda bile erkekle eşitlik mücadelesi veren kadın, savaşta bu haklı mücadelesini unutturacak acıların odağı haline geliyor. Savaş devam ettikçe, bireylerin baş etme mekanizmaları da hızla aşınıyor, ruhsal sağlık sorunlarının görülme sıklığı artış gösteriyor. Uzun vadede değerlendirildiğinde yaşanan travmanın olası etkileri travma sonrası stres bozukluğu olarak kadının karşısına tekrar çıkıyor.


Kadın sağlığı alanında çalışan bir akademisyen olarak bu sürecin yönetilmesinde alınması gereken tavır, yapılması gereken girişimler noktasında uluslararası topluma düşen sorumluluklar sizce nelerdir?


Uluslararası toplum, evrensel hukukun ve insan haklarının korunması için çaba göstermelidir. İnsan hakları ihlalleri yaşatan ülkelere diplomatik baskı uygulanması, ekonomik ve politik yaptırımlarda bulunulması, taraflar arası barış müzakerelerinin teşvik edilmesi, uluslararası adalet mekanizmalarının devreye sokulması, etkilenen bölgelere insani yardım ve destek sağlanması yaşamsal bir önem taşıyor. Akademik bir açıdan değerlendirildiğinde, özellikle akademisyenler, savaş, terör ve soykırım gibi olayların kadınlar üzerindeki etkilerini derinlemesine araştırarak, bu konularda bilimsel temelli analizler sunabilirler. Kadınların deneyimlerini, travmalarını ve direnişlerini anlamak, bu alanda yapılacak politika ve müdahalelerin daha etkili olmasını sağlayabilir. Elde edilen veriler doğrultusunda oluşturulan raporlar ve analizler, kamuoyu ve karar vericilerle paylaşılarak, kadınların yaşadığı hak ihlalleri konusunda ulusal ve uluslararası düzeyde kamuoyu yaratılabilir. Savaş, terör ve soykırım gibi sorunlarla mücadele eden sivil toplum örgütleriyle işbirliği yapılması, politikacılara yönelik lobi faaliyetlerinde bulunulması, kadınların korunması için gerekli politika ve yasal düzenlemelerin yapılması sürecini teşvik edebilir. Akademisyenler, barışçıl çözümler önererek ve adaletin sağlanması için mücadele ederek kadınların haklarını savunabilirler. Bunun gibi eylemlerin, toplumda uzlaşma ve barış kültürünün gelişmesine, kadınların korunması ve toplumsal iyiliğinin sağlanmasına katkı vereceğini düşünüyorum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nün, tüm dünya kadınlarının haklarına saygı duyulduğu, cinsiyet eşitliği için sürdürülebilir çözümlerin geliştirildiği, daha adil ve eşit bir gelecek inşa etme çabalarına katkı sağlamasını diliyorum.