2023 yılı ağustos sonlarında, bal sağımı öncesinde görülmeye başlandı, arı kovanlarındaki sorun. Görülen, arıların terkettiği kovanlardan başka bir şey değildi aslında. Kovanın kapağını açtığınızda, arıların yuvalarını, yavrularını, az ya da çok doldurulmuş ballı peteklerini kovanda bırakıp gittiklerini görüyorsunuz. Kovandaki sayıları on binlerle ölçülen arı aileleri, kuluçkalık olarak kullandıkları giriş katında, bir an bile üstünü açık bırakmadıkları yumurtaları, kurtçukları, içlerinde yeni çıkacak arıların beslenip büyüdüğü yüzü sırlanmış yavru gömeçlerini… Bir gün öncesine dek yoğun bir biçimde çalıştıkları ikinci kattaki bal üretimini olduğu gibi koyup geride bir ölü, yaralı, bir not, bir mektup bırakmadan kovanı terk ettiler.

İşte sorun bu, soru ise, arılar nereye gidiyor, kovanlarını niçin terk ediyor?

Gazi Eğitim Enstitüsü Resim bölümünün son sınıfında okuduğum 1971 yılında, ağaç işleri atölyesinde, kovan yapmak istediğimi bölüm hocası Veysel Erüstün’e söylediğimde çok hoşuna gitmiş, neredeyse benden daha çok heyecanlanmıştı. Kovanı, o yıllarda Ankara’da etkinlik gösteren Arıcılık Enstitüsünden aldığım çizimlere dayanarak yapmayı planlamıştım. Dört arkadaşımın katılımıyla da işin boyutu büyümüştü. Dönem bittiğinde kovanlar da bitmiş, son sınıf öğrencilerine uygulanan ‘yaptığı işi götürebilir’ kuralı doğrultusunda beş tane kovan üzerimde kalmıştı. Okul bitmiş, kuralar çekilmiş, herkese memleketinin yolu görünmüştü. Gazinin tarihi binasının yer katındaki ağaç işleri atölyesinden at arabasına yüklediğim kovanları, uzun ve serüvenli bir yolculuğun sonunda Zara Kaplan köyüne ulaştırmıştım; arkadaşlarıma söz verdiğim balları otuz yıl sonra gönderebileceğimden habersiz olarak.

İşte 1971 yılında kovan üretimiyle başlayan arıcılık ilgim bugünlere dek, elli yılı aşkın bir dönemde sürüp geldi. Bilinen anlamda arıcılık yapanlar ürün ve kazançlarını arttırırken, benim payıma da, bu alanda bilgi ve deneyim elde etmek düştü. Bu süreçte kovan sayım en çok on beşe yükselebildi, ama hiç eksik olmadı. Ortalama, yıllık iki üç kovan.

2023 yılında sayıları onbeşe yükselen kovanlarımla, sözünü ettiğim bu sorunu somut bir biçimde yaşadım.

Arılar, bilinmeyen bir nedenle kovanlarını terk ediyordu. Boşalan ilk kovanlarda eksikliği kendimde aradım, ayırdına varmadan kovanları rahatsız edecek, arıları kaçıracak bir şeyler yapmış olabileceğimden kuşkulandım. Sorunun köydeki bütün arılıklarda yaşandığını öğrendiğimde benim bütün kovanlar boşalmıştı.

Yavru çürüğü, arı biti gibi bilinen hastalıklar, kışlama sürecinde karşılaşabileceği açlık, soğuk, nem vb. olumsuzluklar ya da yağma nedenleriyle sönen kovanlar her yıl görülebiliyordu. Bu tür nedenlerle sönen kovanlarda arıcıyı bekleyen görüntü bellidir, ya kovanın tabanına dört parmak yüksekliğinde yığılıp kalan ya da kovanın önünde biriken arı ölüleri. Bunun dışında, arıcının bakım ve uygulama biçimine tepki gösterip topluca kovanı terk eden arı ailelerine de zaman zaman rastlanabilirdi. Ancak, 2023 ağustos sonlarında başlayıp, onlarca, yüzlerce kovanlık arı obalarını kırıp geçiren, en iyimser durumlarda bile dörtte üçünü bitiren bu yeni sorun, eskilerde görülen ve nedeni açıklanabilen arı kırımlarından çok değişik. Nedeni bilinmiyor çünkü. Yumurtaların, kurtçukların, üstü sırlanmış yavru gömeçlerinin, ballı peteklerin olduğu gibi bırakılması, bilindik arı davranışlarıyla açıklanamıyor. Örneğin, ana arının yavru bakımıyla görevlendirdiği ekip, iş alanlarını asla terk etmez, yavruların ısı ortamını bir ölçüde tutmaya özen gösterir. Ayrıca, kovandan ballı peteklerin insanlar ya da ayılar tarafından çıkarılmasına şiddetli tepki gösteren arı ailesinin, yoğun çabalarla topladığı balı bırakıp gitmesi görülmüş şey değildir.

Bu kırım döneminde, Kaplan köyü muhtarlığını sürdüren Salim Söyler, İlçe Tarım ya da İl Tarım müdürlüklerine başvurmadığını, ilgili resmi makamlarla hiçbir bilgi alış verişi yapılmadığını söyledi.

Sorun hakkında bilgilerine başvurduğum arıcılardan, Zara Kaplan köyünden Halil Şimşek, iki yüzün üstündeki kovan sayısının kırka düştüğünü, ilgili makamların bilgileri olmasına karşın, bu konuda herhangi bir araştırma yapıp yapmadıklarından haberi olmadığını söyledi. Osman Şimşek ise, C. Üniversitesinden bir hocanın, bir tanıdık aracılığıyla kendisine ulaştığını, incelemek için kırk elli adet canlı arı istediğini ancak götüremediğini söyledi. Osman Şimşek’ten hocanın iletişim bilgilerini istedimse de, gazete yazısında kullanacağımı öğrenince vermek istemediğini bildirdi. Zara merkezden arıcı öğretmen Ahmet Polat, 2023 güz aylarından bugüne dek, bütün arıcılarda olduğu gibi kendi kovanlarından da birçok sönen olduğunu söyledi. Sorunun yalnız Zara’da değil, Sivas’ta, hatta yurt genelinde yaygın olduğunu, bir virüsten kuşkulanılsa da, ilgili makamlardan bu konuda bir bilginin ya da açıklamanın gelmediğini söyledi.

En son görüştüğüm Sivas il tarım ve ormancılık müdürlüğündeki yetkili de, kendilerine böyle bir toplu arı kırımı konusunda hiçbir bilgi ulaşmadığını söyleyerek, denklemdeki bilinmeyenlerin sayısını arttırmıştır.

Balın başkenti olduğunu, ana kavşaklara levha dikerek ilan eden, üstelik her yıl bir de bal festivali düzenleyen Zara’da, Eylül 2023’te başlayıp arıların kış uykusundan uyandığı Mart 2024’e dek süren ve yüzlerce, belki binlerce kovanın sönmesiyle sonuçlanan bu kırımın nedeni bilinmezliğini koruyor. Arıcılığın Zara’daki seyrine bakıldığında, buna benzer toplu arı kırımlarının geçmiş yıllarda da yaşandığı görülebilir. 1984 baharında da, arıların kış uykularının ölüm uykusuna dönüştüğünü, neredeyse göze konulacak kovan kalmadığını anımsıyorum. Ancak, eskilerdeki salgınlarda ölen arılar, kovanın içinde yığılıp kalarak, bu yeni kırımdan ayrılmaktadır.

Zara ve bal demişken, yıllardır sürdürülen bal festivalinin son yıllarda arı sağımından önce yapılarak yozlaştırıldığını da söylemeden geçmeyelim. Bu durum, kaysılar yetişmeden kaysı festivali, kirazlar kızarmadan kiraz festivali yapmaktan farklı değil. Türkiye genelinde düzenlenen ve adları ‘kültür’ ile de süslenen bu festivallerin, yöneticilerin parlatılması dışında ne işe yaradığını sorgulamak gerekir.

Zara, geleneksel arıcılıktan fenni arıcılığa geçilen yetmişli yıllardan beri, bu konuda adından söz ettirmeyi başarmış bir yöredir. Özellikle, Zara’dan Gemin Beline kadar uzanan, Kaplan köyünün de içerisinde yer aldığı vadi, içinden Çavdar ırmağının aktığı vadi, fenni arıcılığın başladığı yıllardan beri arıcıların gözdesi olmuş, Zaralı arıcıların yanı sıra, ilerleyen yıllarda dışarıdan gelenlere, özellikle Ordulu arıcılara da yaylım olmuştu. Ordulu arıcılara haksızlık etmeyelim, Zaralılara şekerden bal yapmayı öğreterek borçlarını ödemiştir! Yetmişli yıllarda birkaç torba şekerle başlayıp saklı gizli yürütülen, gündeme geldiğinde de öyle bir şey yapılmadığına dair ağu yemin içilen bu sahte bal üretimi, ilerleyen yıllarda, güpegündüz tonlarca şekerin arılık alanlarına taşınmasıyla zirve yapmıştır. Bu sahte bal üretimine el veren özel kovan kapakları bile yapılmıştır. Kovandaki arıları uçuşturmadan, hazırlanan şurup kolayca arıya verilebiliyor, ne yazık ki. Burada benim yine geçici olarak, belki bir kanun ya da yönetmelik hazırlamaya yetecek süre kadar, gıda tarım bakanı olmam ve sahte bal üretmenin, keza bütün gıda maddelerinin yapay yollardan üretilmesi gibi suç olduğunu, bu suçu işleyenlere verilecek cezaları düzenlemem ve bunu üreticilere ve tüketicilere duyurmam gerekecek ya, neyse…

Birkaç yıl önce, İstanbul’da kahvaltılık ürünler satan bir dükkânda, bal çerçevelerinin üstüne büyük harflerle yazılmış ‘hakiki şekerden üretilmiştir’ etiketinin yapıştırıldığını görmüştüm. Şeker torbalarının üzerine bile, şeker pancarından üretildiğinin mertek gibi harflerle yazılmasına gerek duyulduğu düşünülürse, bal çerçevelerine yapıştırılan bu etiketi, ‘sahteciliğin erdeme dönüştüğü an’ olarak niteleyebiliriz! Görüldüğü üzere, tüketici aldatılmıyor, balların sahte şekerden ya da GDO’lu mısır şurubundan değil, en saf pancar şekerinden üretildiği güvencesi veriliyor! Bu konudaki olumsuz gelişmelerin, hız kesmeden sürdüğünü rahatlıkla söyleyebiliyoruz bugün. Çin’den getirilen şuruplar, çeşidi bellisiz sihirli kimyasallar kullanılarak, ‘arısız bal’ ‘sütsüz süt ürünleri’ vb. üretmeyi başarmış durumdayız artık!

Acaba diyorum, arılar bu yapaylıklara, sahteciliklere, radyasyon yoğunluğu artmış havaya, zehirli tarım ilaçlarına, küresel ısınmaya, büyük ve küçükbaş hayvancılık bağlamında bile ıslah edilemeyen meralarda yaşadıkları ve kimsenin farkında bile olmadığı olumsuzluklara bir tepki olarak mı kovanları terk ediyor?

Bu soruların ve bu sorunun bir yanıtı, bir açıklaması mutlaka vardır, ama arıyı, arıcılığı ‘sır’ olarak gören bir toplumdan, böylesi bilimsel açıklamalar beklemek, boşuna bir çaba olarak kalabilir.