Prof.Dr.Ahmet Güner SAYAR’a

Haziranın üçü. Her fert kendi zamanın çocuğudur. Bizde resmen virüs zamanın çocuğu olduk.Her şeyi unutacağız ama karantina günlerini unutmayacağız.
Erkenden uyudum.Sabah 07.23 uyandım. Gece aklıma bir cümle geldi. Sabah yazarım dedim ama unuttuğumu fark ettim.Bu kaçıncı unuttuğum cümle.
Çok güzel uyudum. Bir çalışma yapmak aklıma geldi. İçimde kendime ait karanlık odamın girişinde yazılı olan şu cümleyi araştırma istiyorum; şahsiyet ahlakı. Soysuzluğa düşmeden sonsuzluğa uzanmak istiyorum. Bu ölümsüzlüktür. Bu bir ideal adamının yaşama tarzıdır. Kendim ölsemde fikirlerim kalsa ve fikirlerimle yaşasam. Yok yok, fikirlerimle değil, şahsiyetimle kalsam. Yok yok dava adamı olarak yaşasam. İdealim çok mu büyük?
İşte bu düşünceler sonunda beni nereye götürecek düşüncesiyle karanlık odamın çatlak duvarından sızanlar;Okşar gibi esen rüzgar hem bulutları seyrü sefere çıkarıyor hem denizi hafif hafif sallıyordu. Kıyıda mahsun mahsun oturanlar rüzgara minnettar olup hem bulutların hem denizin hareketleriyle içlerinde uzaklara çok uzaklara yolculuk ediyorlardı.Bu insanlar hem eşyanın fiyatını hem insanın değerini bilen doğanın her gizemli eyleminde şükür arayan insanlardı.Sessizliğin tehlikesizliği serin esen rüzgarın uğultusuyla gitmiş olmasına rağmen yinede korkusuzca doğa harikasının her eyleminden zevk alıyorlardı."Kendi içlerinde heyecanlarını bir sır gibi saklamasını bilenler şükür secdesinde ağlayanlardır" diye bir cümle nereden geldiyse aklına geldi ve taşların üzerinde iki rekat namaz kılıp secdede ağladı. Sırrın kimin sırrı olduğunu bilinlere Fatiha okudu.O an etrafını saran martılar başının üzerinde dakikalarca tavaf ettiler. Bu nedir, bu nedir dedi ve ellerini bacaklarının arasına sokup vücudunu eğdi ve saatlerce öyle kaldı.Bu kez rüzgar gönlünü hem serinletti hem de hızlı hızlı atan yüreğinin sırrını deniz, bulut ve martılarda vakıf oldular. Bu ne kutsal an bu nasıl bir vuslattır dedi ve ayağa kalkıp, o bulut, deniz ve martıları selamladı.Tertemiz ve kutsal bir hayatın tam ortasında yaşamak ne güzeldir?
İnsani servetini kayıp eden insanlar sahilde çimen'ler üzerinde bu insanları seyir ediyorlar.Hatta taşlarda secde edenleri deli sanıyorlar. Sessiz yalnızlığın onlardaki huzuru fark etmek kolay değil.Dalgaların çıkardı ses onlar için içli acılı ezgisel ilahilerdi.Ruhlarında alev alev yanan bin altı yüzlük asrın saklı olduğunu insan- doğa ikiliside biliyor ama çimen'e uzanıp yatanların haberleri bile yok. Birinde kalbin girdabı sükun bulurken ikinciler halen kalp girdabında boğuşuyorlar.Secdede ağlamaya başlayınca kıyama geçer ve gözlerinden akan yaş, alev alev yanan yanaklarında ısınırdı.Ve soğumadan secdesinin üzerine düşerdi.Gölge hafifliğinde ki vücudu, gözyaşları göğsüne düştükçe bir dağ gibi ağırlaşıyordu.İnsanın kendi kalbinde uyuması ne kadar farklıymış, diye düşündü.O kendine doğru adım attıkça kendinden uzaklaştı ve mutluğun sırrını keşf etmiş gibi sevindi.Kendisi ve ölüm aralığında ki uzun ve renksiz dünyadan koptukça renkli göklere doğru uçuyordu.Kendisine ait geçmişiyle kendine ait olmayan geleceği arasında sıkışıp kalmak, acıların en acısıdır.Akıllı delilik bu olsa gerekti.
Yazdıklarım bir aşkınlık hali değil eziklik halim. Buna inanınız olur mu? Toplumuna değer üretemeyenlerin düştüğü eziklik içindeyim.
Kafam karmakarışık. Harfler nasıl karışırsa ve o halleriyle manalı kelime üretemiyorsa benimde kafam manalı bir fikir üretimeyecek kadar karışık. Beynim renklerle dolu ama bir tablo oluşturamıyorum. İçinde bulunduğum acıyı his edin lütfen. Kafa tasımın suyunu kemirmem bitti şimdi kemiklerini kemiriyorum. Ve ortaya bir değer çıkaramıyorum. Bir gün bütün kitaplarımı alıp bir mağaraya kapanıp, kendime karanlıkta “oku” aydınlıkta “yaz” emri vermeye karar verdim. Hem mağaraya virüsde giremez. Bende korkmadan çalışırım. Bu günlerde hepimizin sol omuzunda virüs sağ omuzumuzda korku var. Hemde bu iki kavramın şuuruna varmış hatta içselleştirmiş haldeyiz. Keşke sağ ve solumuzdaki melekleri içselleştirebilseydik, onların varlığının şuuruna varsaydık. İnsan ve insanlık bu şuura varmış olsaydı, bu virüsü üretip piyasaya sürer miydi?
Böylece düşünceden düşünceye atlamam ve düşündüğüm bir düşünceyi başka bir düşünceyle kaçamak yapmazdım. Düşüncemi başka bir düşünceyle aldatmadığım bir düşünceyi mağarada okumak ve yazmak istiyorum.Çok mu şey istiyorum? Evet, benden geçti. Siz yapın diye metodu söyledim.Benim fotoğrafımın sizin fikri sözlerinizin duvara asıldığı bir dönemi özleyerek bu günki yazıma son vereyim.Tabii sözümde durursam. Saat; 08.45.Yorganımı tekrar başıma çektim.Fonda kapın her çalındıkça o mudur diyeceksin. Sabah sabah ağır ama olsun.Şimdi anlatılmaz bir dert ile geçiyor gönlüm çalıyor.
Ofiste oturdum. Üç gibi çıkıp eve geldim. Kitap okudum. Müzik dinledim. Akşam karanlığını bekliyorum ki melekler ışık ışık kelime göndersinler ben yazayım.
Saat ;23.45 yani karanlık oldu. Dışarda hafif rüzgar var.Rüzgarın bulutları sürüklediğini ve bulutların önce yıldızlara çarptığını sonra ay’ı sarıp sarmaladığını hayal ettim. Bütün şairler yıldız ve ay’ın aşkını yazmışlar ama ne bulutlarla yıldızların ne de ay’la bulutun aşkını yazmamışlar. Ben bunların arasında bir aşkın olduğunu düşünüyorumda şairler niçin düşünmediler diye bir soru geliyor aklıma.Bir şey daha aklıma geldi; acaba ay’ın uzak uzak uçuşan sevgilisi buluta özleminin gözyaşı mıdır, yıldızlar? Biz gece manzarasını izlemeyen bir milletiz diye düşünüyorum. Çünkü biz karanlıktan korkuyoruz. Veya biz iptidai akılın gördüğü gece manzaralarını modern aklımızla göremiyoruz.Karanlıkta çiçeklerin kokusunu alan bir nesil yetiştirmeyi
maarif davasının kurmaylarına bildirmeye karar verdim.Onlar ki bugünlerde dua avcısı gibi çalışıyorlar.Onların bulanık zihinleri beni çok üzüyor tabiki.
Şimdi uyumak vakti bu an..Uyu ve kehkeşanlara kaçan rüyalarını an...
03/06/2020