Gazze tutsaktı, Halep yerle bir olmuştu. Şam ne hâldeydi böyle, Bağdat niçin perişandı? Kan ağlardı Musul? Mekke hüzünlüydü bu olanlara, Medine huzursuz? İslam beldeleri,  Müslüman coğrafyaları ne hâldeydi böyle?
 Ve Kudüs! Ah ki ne ahtı? Ve hatta eyvahtı!
Bir zamanların taş işçiliğinin o müstesna eseri; gümüş, yakut ve incilerle bezeli, misk ve amber kokan Mescid-i Aksa kendi hâline terk edilmiş ve tamire muhtaç hâldeydi. Gözlerimizin içine bakıyordu ve âdeta ağlıyordu sessiz sessiz...
Tarihin en kadim şehirlerinden biri Kudüs... Yok edildi, işgaller gördü, saldırılara uğradı, el değiştirdi. Her daim ayakta kaldı, önemini korudu ama yine de. Ken´an diyarı? Peygamberler şehri? İslam´ın ilk kıblesi? Mukaddes belde? 
Hz. Peygamber, Yüce Allah tarafından ?bir takım ayetler gösterilmek için´ çağrıldığında ona emanet edilen mübarek mekan? Pek çok İslami eseri bünyesinde barındıran kutsal şehir? Zulüm altındaki topraklar? Ve kapılarına kilit vurulan Mescid-i Aksa?
Karadan ve denizden ve hatta havadan kuşatılmış, bütün can damarları kesilmiş bir toprak parçasında yaşamak ne kadar mümkünse işte o kadar hayattaydı Kudüs...
 Esir olmak mı? Asla! Ve dahi vallahi imkânsız? Zira dünya var olduğu müddetçe özgürlük türküleri söylenmeye devam edilecek bu kutsal beldede.
İşgal altındaki İslam topraklarında sesler daha da kısılıyordu gün geçtikçe. Alan daraldıkça daralıyor, zulüm daha da artıyordu. Ezanlar susturuluyor, namazlar yasaklanıyordu acımasızca. Mescid-i Aksa´ya girmek gün geçtikçe zorlaşıyordu. Kudüs sevdalılarıyla doluyordu her bir taraf ama. İşte bu güç veriyordu Müslümanlara.
 Siyonist ve işgalci rejim baskı ve zulümlerini son zamanlarda iyiden iyiye artırmıştı. Önce sinsice işgal ediyor sonra sahipleniyordu evleri, tarlaları... Oysa çok eski devirlerle korkmuşlar Kudüs´e gitmekte tereddüt etmişlerdi. Bunu anlatırdı eskiler. Hatta Hz. Musa´ya ?Git, sen ve Rabbin savaşın?? demişlerdi. Korkaktı Yahudiler? Ama şimdi  Müslümanlar birbiriyle uğraştığı için zayıf düşmüşlerdi. Saldırıyorlardı her bir taraftan bu vesileyle.
  Bir zamanlar üzerinde koşup oynadığı topraklara adım dahi atamıyordu çocuklar. Yabancısı olmuşlardı kendi vatanlarının. Ticaret kervanları geçmiyordu artık yollardan. Hanlar, kervansaraylar yıkılmıştı. Dağılmıştı bütün pazarlar ve çarşılar? Caddeler, sokaklar, bulvarlar tanınmaz olmuştu. 
 Her şeye rağmen Mescid-i Aksa´yı yalnız bırakmıyordu ama Müslümanlar. Bırakamazdı onu imanlı vicdanlar. En uzak cami anlamına gelse de o, İslam´ın kalplere tesir eden en yakın ibadet yerlerinden biriydi. İsra ve Miraç mekânıydı. Emanetti müminlere bu topraklar.
Gök kubbenin altındaki en mübarek beldelerden biri olan Kudüs bu hâllere hiç düşmemeliydi. Onu bu hâllere düşürenlere sessiz kalanlar da vardı maalesef.
Adaletin, insan haklarının olmadığı bir yerdi burası. Bereketli topraklarda ürün yetişmez olmuştu. Buradan doğardı bir zamanlar bütün ümitler, sonra bütün dünyaya yayılırdı. Bu umutları solduranlar kimdi? 
Kulaklar sağır,  gözler kör olsa da bunları gören, duyan mutlaka vardı. Derme çatma evlerde derme çatma hayatlar vardı buralarda. Bir masanın etrafında toplanan garip ve yoksul insanlar Mescid-i Aksa´yı konuşurlardı uzun gecelerde.Geçmiş güzel günler muhayyilelerinde hep capcanlıydı. Hayat hasbelkader burada bir araya getirmişti onları madem, ayakta kalmayı başarabilmeliydiler. Komutanı Muhammed olan Müslümanlara bu yakışırdı.
Mescid-i Aksa´nın altı oyuluyordu değişik bahanelerle. Kudüs gün geçtikçe İslam´ın olmaktan çıkıyordu. Bir Selahaddin Eyyubi lazımdı artık, kilitleri kırıp kapıları açacak, Kudüs´ü yeniden özgür kılacak. Kılıçlar bir gün kınından tekrar çıkacaktı elbette. O zaman bu korkaklar hangi ağacın ardına saklanacaktı. Ama daha vakit vardı galiba. Çünkü vakit namazlarında camiler dolmuyordu hâlâ?
Mekke, Medine, Kudüs, Şam, Bağdat, İstanbul? Mübarek beldelerimiz bizim... Bir gün mutlaka yeniden bir araya geleceklerdi. Ve bunu hiç kimse engellemeyecekti. Zira zafer mutlaka inananların olacaktı ve İstikbal İslam´ındı?