2017’nin “Türk Dili Yılı” ilan edilmesi ve bu sürecin çok güzel etkinliklerle değerlendirilmesinin ardından şimdi de 2021 senesi yine Cumhurbaşkanımızın yüksek himayelerinde “Yunus Emre ve Türkçe Yılı” olarak ilan edildi. Bunlar geleceğin inşası sürecinde var olan ümitlerimizi daha da artırıyor. Ülkemiz, milletimiz ve Türkçemiz adına çok seviniyoruz. Türk dili ve kültürünün en önemli şahsiyetlerinden ve temel taşlarından biri olan Yunus Emre’mizle güzel dilimiz Türkçemizin yan yana anılması da ayrıca mutluluk ve onur vericidir.

            Milletlerin ve dolayısıyla devletlerin varlıklarını etkin bir şekilde sürdürebilmeleri için dil, çok mühim bir vazifeyi ifa etmektedir. Zira bir toplumda dil önemini yitirirse o devlet de dünya üzerindeki değerini kaybetmektedir. Dil bir bekâ meselesidir ve göz ardı edilmesi olumsuz neticeleri beraberinde getirir. Dil bir yerde ekmek gibi su gibi bir şeydir. Dil mevzuunun ehemmiyetine dikkat çekmek gayesiyle anlatılan aşağıdaki hadise oldukça manidardır.

            “Konfüçyüs’e sormuşlar:

            - Bir ülkeyi yönetmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?

             Büyük filozof şöyle cevap vermiş:

             - Hiç şüphesiz, dili gözden geçirmekle işe başlardım.

Dinleyenlerin hayret dolu bakışları karşısında sözlerini sürdürmüş:

            -Dil düzensiz olursa sözler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Görevler gereği gibi yapılmazsa âdetler ve kültür bozulur. Âdetler ve kültür bozulursa adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilmez. İşte bunun için hiçbir şey dil kadar önemli değildir.”

            Anlaşılacağı üzere dil, milletleri millet yapan esasların en başında gelir. Milleti meydana getiren fertlerin dillerine sahip çıkmaları, o toplumdaki bağların ne kadar kuvvetli olduğunun en büyük göstergesidir. Geçmişten geleceğe umutlu gözlerle bakabilmek için her şeyden önce dile gereken önem verilmeli ve dil, yabancı kültürlerin esaretinden kurtarılmalıdır.

            Dil, “ İnsanların duyup düşündüklerini anlatmalarını, birbirleriyle anlaşmalarını sağlayan anlamlı ses işaretleri bütünü ” şeklinde tanımlanır. Ayrıca; “ Dil, insanlar arasında iletişimi sağlayan bir araçtır. Dil, ulusun kültür ve uygarlık seviyesi ile yakından ilgilidir. Dil, ulusun ortak malıdır. Dil, sosyal bir kurumdur. Dil, temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış gizli anlaşmalar sistemidir. Dil, kendine özgü kuralları olan ve gelişen canlı bir varlıktır. ” gibi ifadelerle bu tanımı, dilin toplum hayatındaki görevlerini ve ortak niteliklerini genişletmek tabii ki mümkündür.

            Dil bu kadar önemliyken ve toplumun geleceğinde pek çok etkiye sahipken acaba bizler, dilimizi ne kadar tanıyoruz, biliyoruz ve dilimize ne kadar sahip çıkıyoruz. Güzel Türkçemizin; Çince, Hintçe, İngilizce, İspanyolca ile birlikte dünyada en çok konuşulan beş dilden biri olduğunu biliyor muyuz acaba? Yine Türkçemizin; Çince, Hintçe, Arapça ve Farsça ile birlikte dünyanın en eski ilk beş yazı dili arasında da yer aldığının farkında mıyız?

            Türkçemizin konuşulduğu yerlerin yüzölçümünün yaklaşık 11. 000.000 km2 olduğu bir şeyler ifade ediyor mu bize?  Türkçemizin konuşulduğu yerlerin, doğuda Moğolistan ve Çin içlerinden, batıda Sırbistan’a;  kuzeyde Sibirya’dan, güneyde Irak’a, Lübnan sınırlarına ve Kıbrıs içlerine kadar uzanması bize ne anlatıyor?

             Bir dili konuşmak, korumak, yaşatmak için o dilin geçmişini de mutlak surette bilmek gerekiyor. Çünkü dilin değeri ancak o zaman anlaşılır. Güzel Türkçemizin geçmişi,  konuşma dili olarak çok eski tarihlere uzanmakla beraber yazı dili olarak elimizde bulunan en eski yazılı belgesi 8.yy’da Göktürklerden kalma Göktürk Kitabeleri diğer adıyla Orhun Abideleri’dir.

            Güzel Türkçemizin önemini anlayanlar onu koruma gayesini her zaman taşımışlardır. Karamanoğlu Mehmet Bey’in, 15 Mayıs 1277’de Konya’da yayımladığı; “Şimden gerü divanda, dergâhta, bargâhta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacaktır.” fermanı bunun en önemlilerinden bir tanesidir. Yunus Emreler, Karacaoğlanlar, Ali Şir Nevayiler, Kaşgarlı Mahmutlar Türkçenin güzelliğini keşfedip, o güzellik ile seslenmişlerdir o tarihlerden günümüz insanlarına. “Dilde, fikirde, işte birlik.” şeklinde güzel bir amaç belirleyen İsmail Gaspıralı,

“Güzel dil, Türkçe bize,

Başka dil, gece bize.

            İstanbul konuşması,

En saf, en ince bize.” diye haykıran Ziya Gökalp,

 

“Bu dil ile tanımışam,

Hem sevinci hem de gamı.

Bu dil ile yaratmışam,

Her şi’rimi, her nağmemi.” şeklinde duygularını anlatan Bahtiyar Vahapzade,

 

“Hangi sözlerle ninem gönlünü açmışsa bana,

Ben de o sözlerle gönül vermedeyim sevgilime,

Sözlerim ninni kadar duygulu olmak yaraşır,

Bağlıdır çünkü dilim gönlüme, gönlüm dilime.” diye seslenen Faruk Nafiz Çamlıbel, “Türkçenin Sırları’nı” anlatan Nihat Sami Banarlı, “Türkçe Off” diyen Oktay Sinanoğlu, her fırsatta “Sözün Doğrusu’nu ” ortaya koyan Yavuz Bülent Bâkiler ve “Bizimki Türkçe Sevdası” diyen Ekrem Erdem  aynı güzelliği fark edenlerin sadece birkaç tanesidir.

            Ülkemizde dile değer veren ve güzel konuşan yazar, televizyoncu ve sanatçıların bulunması, dilin önemini anlatan pek çok kitap yazılması ve programlar yapılması, Türk Dil Kurumunun nitelikli çalışmaları,  geçmişte Karaman Belediyesi’nin iş yerlerine Türkçe isim koyma zorunluluğu getirmesi ve Myshowland adlı gösteri merkezinin ismini İstanbul Gösteri ve Kültür Merkezi şeklinde değiştirmesi gibi gelişmeler bile insanın içini rahatlatan bazı güzellikler…

            Bu tür güzellikleri artırıp, güzel Türkçemizi korumamız gerekirken; çevremizde bilinçsiz insanların, televizyon kanallarının, gazetelerin dilimizi hor kullanmasına çok üzülüyoruz tabii ki… Show, Flash, Star, Prestige, Caprice, Reina, Show Room, Stil, Moonligt, Cepshop, Fitnes Centre, Blue Beache, Restaurant, Wcd Player, Leptop, Myhouse,  Hospital, Club, Reyting, Fast Food vb. ifadeleri bize ne kadar da uzak değil mi? “Burası Türkiye mi?” dedirtiyor insana!

             Bu tür ifadeler toplum içine davetsiz bir şekilde yerleşmiş, kabul görmüş, ama Türkçeyle uzaktan yakından ilgisi olmayan kelimeler. Acaba bunlar ne ifade ediyor. Teslimiyet mi? Nemelazımcılık mı? Kültür emperyalizmi mi? Değerlerden soyutlanma mı? Cevabı her ne olursa olsun hiç de hoş olmayan bir durum bu.

            Her ne kadar bu türden olumsuzluklar olsa da güzelliklerle teselli bulup, geleceğe umutlu bir şekilde bakmak ve bu hoş olmayan durumları ortadan kaldırmak yine bizim elimizde, bizim dilimizdedir.

            Bu hususta; “İnsan ruhunun en saf ve engin yaratışlarından biri olan Türkçemiz, 1300 yıllık bir yazı dili olarak ileri medeniyetlerin taşıyıcısı olmuştur. Bize düşen, onu bu yolda savaşacak genç kuşaklara daha iyi tanıtmaya ve daha çok sevdirmeye çalışmaktır.” diyen Tahsin Banguoğlu yapmamız gerekeni ne güzel ifade etmektedir.

          2017 Türk Dili Yılı’nın ardından 2021 Yunus Emre ve Türkçe Yılı’nın da güzel Türkçemiz adına olumlu gelişmelere vesile olacağı ümidini kalbimizde her daim taptaze taşıyacağız. Devlet ve millet olarak herkes, bu anlamlı zaman diliminde ve sonrasında üzerine düşen vazifeyi hassasiyetle yerine getirmeli ve dilimize hak ettiği değeri en iyi şekilde vermelidir. Zira “Dilimiz Kimliğimizdir.”

            Yazımızı Türkçe sevdalısı, büyük halk şairi Yunus Emre’mizin güzel ve anlamlı bir dörtlüğüyle nihayete erdirelim.

“İlim ilim bilmektir,

İlim kendin bilmektir,

Sen kendini bilmezsin,

Ya nice okumaktır.”

 

(dunyabizim.com’da 14.02.2021 tarihinde

yayımlanan yazının iktibasıdır.)