Hıristiyanlarda bu düşmanlığın tarihi 2000 yıl öncesine kadar gider. Hıristiyanlar, İsa’nın çarmıha gerilmesinden sorumlu tuttukları Yahudilere  “İsa katili”  (Christ-killer) damgasını vurmuşlardı. Fakat gelinen noktada Yahudi dünyasının antisemitizm konusunda neleri başardığını biliyoruz. Toronto Üniversitesi Antropoloji profesörü  Ivan Kalmar ’ın ifadesiyle şimdilerde  İslamofobinin yeni antisemitizm olduğu  ileri sürülüyor (“İslamofobi Yeni Antisemitizm midir?”, SETA, Analiz, sayı: 233). Çağdaş Alman Yahudi düşünürü  Hannah Arendt ’in de aynı tespitini içeren bir yazısını okumuştum. Dünyada ve ülkemizde bu konuda geniş bir doküman var. İsrail ve Yahudi dünyası şimdi özellikle Batı’da bambaşka bir konumda. Geçenlerde Tevrat yakmak isteyen bir fanatiğin, İsrail diplomasi yetkililerinin ve İsveç’teki Yahudi sivil toplumu ve din adamlarının çabalarıyla “vazgeçirildiğini” basına yansıyan haberlerden öğreniyoruz.  Euronews  adlı Türkçe İnternet haber sitesinin 31.01.2023 tarihli haberinde “Stokholm’deki İsrail büyükelçiliği önünde Tevrat yakmayı planlayan Müslüman protestocu”dan bahsedilmekte; ardından şu bilgiye yer verilmektedir: “İsrail Dışişleri Bakanlığı,  İsveç makamlarıyla işbirliği içinde  protestocuyu eyleminden vazgeçirdiğini ifade etti. Bakanlıktan yapılan açıklamada ‘Bu şok edici ve aşağılayıcı olayın gerçekleşmesini önlemek için  derhal ve kararlı bir şekilde harekete geçtik’  denildi.” O haberde, Yahudi din adamlarının da Tevrat yakma girişimini önlenmek için “İsveç’te Müslümanlar, Yahudiler ve diğer dinî azınlıklar arasında diyalog ve bağlantıları güçlendirmek amacıyla kurulan  Amanah  [Emanet]” adlı oluşumdan destek aldıkları belirtiliyor. Yani işlerini hakkıyla yapmışlar. *** Bu durumda sormamız gerekiyor:  Bu Rasmus Paludan denen adamın Kur’an yakmayı sürdürdüğü, daha da sürdüreceğini söylediği bildiriliyor. Peki, bizim İsveç’teki yurttaşlarımız, diplomatik temsilcilerimiz, özellikle Din Müşavirliği ve diğer dinî sorumlularımız bu aşağılık eylemleri durdurmak için –bazılarının “sert açıklamalar” yapmasının dışında- ne tür girişimlerde bulundular ve bulunuyorlar? Mesela –en basitinden-  Amanah  adlı oluşumdan, hatta kilise adamlarından destek aldılar mı? Sonraki muhtemel kötü girişimlere karşı yeterli tedbirleri var mı? Devlet olarak bu tür kötü girişimlere karşı hukuk, diplomasi, özelikle –Batı’da etkili bir güç olduğu bilinen-  sivil toplum  olarak ne kadar örgütlüyüz? Bu tür sorumlu kişiler ve dernek, vakıf, cemaat gibi sivil toplum yapıları böylesi sorunlar karşısında ne kadar eğitimli, bilinçli ve hazırlıklılar? *** Bunları boş yere sormuyorum: Geçen haftaki yazım üzerine, çok değer verdiğim, bu işleri iyi bilen bir  hukukçu, siyasetçi ve devlet adamı dostum aradı.  Bizim, ülke olarak, bu gibi dış meselelerde  kendimizden kaynaklanan sebeplerle  yeterince etkili olamadığımızı, olay öncesinde yeterli ve önleyici çalışmalar yapmadığımızı anlattı. Nitekim bu Kur’an yakma olayı özelinde de  Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS)  “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğüne” ilişkin 9. maddesinin verdiği imkânı etkili bir şekilde kullanmadığımızdan, hukuk ve insan potansiyelimizi iyi değerlendirmediğimizden yakındı. AİHM’in, daha önceki üç davada 9. maddeyi işlettiğini; kısaca,  10. maddedeki “İfade Özgürlüğü”nün, 9. maddedeki “Düşünce, Vicdan ve Din Özgürlüğü”nün ihlaline yol açacak şekilde kullanılamayacağına karar verdiğini  hatırlattı.* Bizim İsveç hükümeti üzerine hukuk üzerinden gitmemiz gerektiğini söyledi. Batı’da çok iyi hukukçu vb. uzmanlarımızın bulunduğunu, ancak diğer potansiyellerimiz gibi –bazı sebeplerle- onlardan da yararlanmadığımızı anlattı.