Tanpınar’ın Romanlarının romanı, Hikayelerinin Hikayesi

   Yazarın kronolojik tarihini

   anlatmak aptallıktır…

  Cemil Meriç

 Tanpınar, eserlerinde okuyucuyu

ufkun mandalıyla tutturur ve

  asla onu bırakmaz.

Kitabın Doğuş Hikâyesi

Türkiye’de bütün edebiyatçılar Tanpınar’ı, bütün iktisatçılar, Sabri Ülgener’i yazmak için sıraya girmişlerdir. Ben ise ikisini de yazmak istedim. Fakat bir taraftan tasavvuf ve divan şiiri ve diğer taraftan iktisat bilgimin yetersizliğinden dolayı Ülgener’i yazmaktan vazgeçip, Tanpınar’ı yazmak bana daha kolay geldi ve ben de tercihimi Tanpınar’dan yana kullanıp onu yazmaya karar verdim...Sizin anlayacağınız işin kolayına kaçtım.

Günlerce, haftalarca, aylarca ve yıllarca iktisat okudum ve çok düşündüm, yok enflasyon, yok deflasyon, yok döviz kuru, yok Veblen’in gösterişli tüketimi, yok milli gelir, yok monopollü rekabet, yok Merkez Bankası, yok niceliksel büyüme, yok niteliksel kalkınma nedir, ne değildir, şudur, şu değildir diye. Bütün bu cümlelerin ifade ettiği manaya iktisadi grafikler cephesinden bakınca yine aynı sonuca ulaşıldığımı fark ettim. Bu kez de grafiklerle konuşmayı denedim dersem, yalan olmaz. İktisadi grafiklerinde,  rakamlardan kurulmuş çizgilerin görüntülerinin, kayıt altına alınması olduğunu gördüm. Daha iktisat literatürüne uygun tanımlanırsa, grafikler, piyasa gerçekliğinin ışığında iktisatçılar tarafından seçilmiş rakamlara dayalı dizayn edilmiş bir takım gölgelerdir.Bu anlamda denebilir ki iktisatçılar piyasa içinde gerçekleşen olay ve olguların en iyi kompozisyonunu veren noktaları birleştirmek gibi bir görevi üstlenmişler uzmanlardır.Tabi burada iktisatçılar, bu seçilen gerçekliklerin “anlık” ve geçici bir gerçeklik olmamasına dikkat etmek zorunda oldukları gerçeğiyle de karşı karşıyadırlar.Çünkü iktisatçıların grafiklerin hayatla ilişkili önermesini kurabilmesi için bu nokta zaruridir.Bu zaruriyet, mutlaka iktisatçının önerdiği iktisadi gerçekliğin tek doğrusu olan piyasa dünyasını vermelidir. Aksi halde iktisadi denge gerçekliğine ulaşılmadığı gibi ondan uzaklaşılmış olur.

İşte bu ve buna benzer grafiklerin arkasına gizlenen piyasa gerçeklerini görme yetimin (gözlerimin kusurlu olmasından) az olmasından dolayı kendimi edebiyatın içinde ki hayatın gerçeklerini çıkarmayı daha kolay buldum. Buna ilaveten grafik ve rakamlarla söylenenlerin hepsinin piyasada bir gerçeklik ifade etmediğini hatta yalan söylediklerini görünce iktisadi rakam ve grafiklerden hem nefret ettim hem de kaçtım. Çünkü yalan benim işim değildi. Bunların sonucu olarak da grafiklerin edebiyatını yapmakta neymiş ki dedim ve böylece edebi metinlerin arkasında ki hayati gerçeklerin daha kolay gördüğümü anladığım. Ve o an, kendimi edebi metinlerin içinde buldum. Daha doğrusu ve gerçeği Tanpınar’ın eserlerinin içinde buldum. Bu cümlelerimin kendimi kurtarmak için uydurduğum ve edebiyat metinlerinin çözmenin daha kolay olduğu şeklinde yorumlanmasın. Edebiyat metinlerinin seçmemin asıl nedenini itiraf etmem gerekirse,  çocukluğumdan beri okuduğum, edebi kitapların iktisat kitaplarından fazla olmasından ileri geldiğidir.

Sonra rakamlarla konuşmaya çalıştım hepsi yalan söyledi, hepsi kandırdı beni. Sonuç olarak bütün bu okumalarım beni yordu ve bitirdi.Sonunda bir çıkış yolu aradım. Dedim ki, bütün bu kavram ve rakamların gerçek sahibi “Anadolu insanı” öğreneyim. Başladım “insan” okumaya. Peyami’ye baktım, bir ayağı sakat insan dolu;Dokuzuncu Hariciye Koğuşu. Kemal Tahir’e müracaat ettim, insandan çok “Kurt Kanunu” geçerliydi, korktum ve kaçtım. Daha kimleri okumadım ki, insanı bulmak için;Nermi Uygur, Şükrü Erbaş, Cemil Meriç, Tarık Buğra, hatta kızı Ayşe Buğra, Nazım Hikmet, Nurettin Topçu, Şevket Süreyya, Necip Fazıl, Erol Güngör, Mustafa Özel, Mehmet Genç, Yahya Kemal, Mustafa Kutlu, Sezai Karakoç, daha sayamadığım aklıma gelmeyen onlarca kalem...Sonunda gençlik yıllarımdan beri her yıl kitaplarını okuduğum Ahmet Hamdi Tanpınar’da insan motiflerini incelemekte karar kıldım.

Bütün bunları birleştiğimde ortaya şöyle bir sonuç çıktı;İnsanın değerinin kalmadığı zaman- mekan terkibinde, iktisadi eşyanın kıymeti olur mu diye kendi kendime sordum. Eşya, emtia, ticari mal, değeri, fiyatı.... İnsan, insan değeri, insan değerinin eşyaya yansıması, nitelikli insan, nitelikli kalkınma, vs.. vs.. kavramları derken, “Tanpınar Toplumu”nun veya “Rüya Toplumunun” temellerini ulaştım.Birde ne göreyim, kendime ulaşmışım ve ayna ve rüyalarımda ki yalan övgümden arınmışım.Bu kez de kendim olmaya çalıştım. Sonra “kendi” olan “kendi varlığının şuuruna ulaşan” insanlardan oluşan bir toplum hayali kurmaya ve rüyasını görmeye başladım. Sonunda bu yazdıklarım çıktı ortaya. Bunlar ki Tanpınar’ın gölgesi, benim realitem oldu. Şimdi ise bu realiteden “Tanpınar Nesli” hayaline geçiş sürecine girdim. Bilindiği gibi her geçiş süreci dar bir boğazdan geçiş gibi azaplı olur. Azap ve ıstıraplarımın terkibi, talih ve tesadüf sevinciyle “dar boğazı” doldurmak artık “yeni yolun yeni yolcularının”  işi.Yani Tanpınar Neslinin.

Bilindiği gibi edebiyat metinleri ne kadar kurgulanırsa kurgulansınlar, onlar, insan ve toplumun gerçekleridir. Bu bağlamda, edebi metinleri insan ve insanlığın soyut gerçekleridir denilse yanlış söylenmemiş olur. Bu soyut gerçeklerin yorumunu, çözümünü yapmak bir anlamda onların grafiğini yapmaktır. İktisatta grafiklerden yoruma giderek soyut gerçeklik yapılırken, edebi metinlerde, kurgulanmış gerçeklikten “grafikle” somut gerçeklik çizilir. Kuşkusuz edebiyatın soyut gerçekliğinden somut gerçekliğine ulaşmak veya iktisadın somut gerçekliğinden soyut gerçekliğine ulaşmak için diyalektik bir görme olgusunun olması gerekir. İktisat ve edebiyatın akrabalığının da bu ikilemde başladığını düşünüyorum.

Bu arada edebi metinlerle ilişkimizi biraz daha hikâye etmek gerekirse ortaya şu çıkar.Benim neslim ne dededen, ne aileden gelme kültür eğitimi olmayan bir mekânın ve zamanın  çocuklarıdır.İşte bu neslin içinde, ben, kendini Tanpınar zembilinin içinde bulanlardan biriyim.Böylece benim için Tanpınar’ı okuma fikri, mazide, halde ve atide bulunmaktan onur duyduğum bir kültür ikliminin atar damarı olarak gördüm.Böylece Tanpınar okumalarım bir ilgiye açılan pencere değil tam anlamıyla kendini bulma çabamın bir sonucu oldu.