Kaç gündür bekliyorum. Şu “abrıl beşi soğukları geçsin de, yüreğimi ezim ezim ezen, başımda kavak değil sevda yelleri estiren toz pembe günlerimizin bahardan söz edeyim.

Abrıl, halk takviminde Nisan ayının adı. Yabancıların aprili bizimki ile aynı. Ancak eski halk takviminin ayları 14 gün sonra başlardı. Eskinin abrıl beşi 19 nisandı. O günün soğuğunu anlatmak için atalarımız “Kork abrılın beşinden, öküzü ayırır eşinden” demişler. Kimi yerde öküz yerine camız derler.

Önümüzde iki üç gün çocuklarımızdan söz ettikten sonra uzun uzun baharın türlü hallerini yazacağım. Bugün şöyle bir giriş yapayım:

Mevsimlerin insan üzerinde etkisi tartışılmaz. Doğum, çocukluk, gençlik, orta yaş ve ihtiyarlık sanki mevsimlerin sıralanışı gibi. Toprağa ilk düşen tohumun yeşerip filizlenmesi, meyve vermesi, olgunlaşması, sararıp solması, insanoğlunun doğumundan ölümüne kadar geçirdiği serüvene ne kadar benziyor.

Mevsimler içinde baharın, doğmak, umutlarla dolmak gibi bir özelliği var. En güzel re-simlerin, en güzel şiirlerin, en güzel melodilerin bahardan ilham almasından, ya da baha-ra armağan edilmesinden doğal ne olabilir ki?

Bir bahar yazısı yazacağımı sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Erguvan dallarıyla bezeli bahar yazısını, Mayıs aynıda sunacağım. Şimdi mi? Haydi nostaljiye ve “Nisan Yağmuru” şarkısını mırıldanmaya:

“Nisan yağmuru kadar

Kısa süren hayatımız

Durmaz hiç, saadet arar

Bir sevgiye canım kadar.

Sevgi denen şey yalanmış

Daldan dala konan için

Her çiçeğin balı varmış

Aşk sarhoşu olmak için..”

Evet, nisan yağmurları başladı. Kiminin gönül bahçesinin ortasına bir tatlı hüzün oturtmaz ki nisan yağmurlarında? Kimin damarlarına ilk deli kanın yürüyüşü nisan yağmurlarının altında olmamıştır ki? Gözlerin gözlerde kayboluşu, ellerin ellere kenetlenişi, kalp seslerinin birbirinde yankılanması. Turhan Oğuzbaş’ın Nisan Yağmuru adlı bir şiiri vardı. Bir bölümü şöyleydi:

“Nasıl tutuldum sana bilemezsin

Sırılsıklamım

İliklerime kadar seninle doluyum şimdi

Nisan yağmurum benim, sultanım, yavru ceylanım

Gel otur yanıma ellerimi tut

Gel otur yanıma dudaklarıma yağ serin serin

Adını unuttum şimdi

Sensiz geçen bütün gecelerin”

Eskiler nisan yağmuruna “ab-ı nisan” derlerdi. Rivayetlere göre mi desem, söylencelere göre mi desem, nisan ayında istiridyeler sedefler, deniz dibinden su yüzüne çıkıp, yağmur tanelerini içine alır; inci, sedef yaparmış.

Geçtiğimiz aylarda, cep telefonuma bir mesaj düştü: “Dertlerimiz kum tanesi kadar küçük, sevinçlerimiz Nisan yağmuru kadar bol olsun. Bu mübarek geceniz sevapla dol-sun.” Bu dileğe kim ne diyebilir? Çok geçmeden, bir internet sitesinde “Dertlerin kum tanesi gibi küçük, sevinçlerin Nisan Yağmuru gibi bol olsun. Öylesine mutlu ol ki gözlerinden akan yaş mutlu olmayı bilmeyenlere sadaka olsun” diye yazıyordu.

Abdurrahim Karakoç ‘un dua şiirini hatırladım:

“Senin ak alnından gözlerinden

Önce dallar sonra yapraklar öpsün

Eğilsin yıldızlar tutsun elinden

Gecelerden sonra şafaklar öpsün

Kumral saçlarında nisan yağmuru

Yazın ak yüzünden gölgenin moru

Ağzından en serin, hem de en duru

Kayalardan akan kaynaklar öpsün

Çimenler okşasın ayaklarını

Çiçekler koklasın parmaklarını

Ben öpmeden önce yanaklarını

Varsın teller, tüller, duvaklar öpsün

Kıskançlık çakılı kazıktır serde

Bölünsün bu rüya en tatlı yerde

Seni canlı kullar öpmesin de

Kefenler sarılsın, topraklar öpsün....”

Folklorumuzda “nisan yağmurları”ndan sıkça söz edilir. Denir ki:

Nisan yağmuru zemzem suyu gibidir, uğurludur. Nisan yağmurunda ıslanmak in-sana sağlık verir.

Kim diyorsa nisan yağmurunu ahmak veya aptal ıslatan diye. İnanmayınız. Onlar abdal kimdir aptal kimdir ayırtında bile olamayan ahmaklardır. Anadolu köylüsünce yağmur rahmet sayılır; ikincisi ise, Şamani Türk kül-türüne kökensel bağlılığını yüzyıllarca koru-yabilmiş abdalların nisan yağmurunu -baharı ve bereketini imleyişinden olsa gerek- kutsal saydıkları ve her yağdığında altında özellikle ıslandıkları bilinmektedir.

Abdalın içinde gönlünü taşıdığı rahmete bağrını açması, bu yağmurda ıslanması niçin ahmaklık olsun ki?

Erenler asalarıyla dağa taşa dokunup ora-dan su çıkartıyor da, rahmet denilen bahar yağmurunda ıslanmak neden aptallık oluyor?

Ah keşke o deli çağıma dönebilsem da bağrıma yağan nisan yağmuru durup durup yağsa.

Rahmetli Erdoğan Alkan ağabeyin şiirini o deli çağımda ne kadar çok sever, empati ya-pardım:

Fakir bir şairim ama

Yüreğim zengin a canım

Gönül ferman dinlemiyor

Serde gençlik var sultanım

Yağmur üstüme üstüme

Varsın yağsın küçük hanım

Ben yağmurdan yaştan değil

Aşkından sırılsıklamım

………

Bu şiiri Cemil Demir Sipahi rast maka-mında bestelemiş, ilk defa eşi Nesrin Sipahi okumuştu. Bakalım kaç kişi şimdi bulup bu şarkıyı dinleyecek?