(11)
-Anne acımdan telef oldum. Dizlerim tutup gezemiyorum. -Ne yapayım oğlum, dedi.
-Anne, baksana köşe başında kaldın. Ayağa kalkacak halin yok. İtibardan düştük, kimse bir şey vermiyor. Babamın zenginliğini görüp de bizi çekemeyenler varmış. Şimdi de bu halimizi tan eden hainler var. Sen bu halinle bir köşede kal, ben gideceğim.
-Nereye gideceksin?
-Mısır’ı gidip arayacağım. Ya Nigâr Hanım’ı bulur bu dertten kurtarırım, ya yolunda ölür bu dertten kurtarırım. Başka çarem yok, dedi.
Annesi;
-Yapma etme oğlum.
-Etme tutma deme. Tahammülüm yok, ben gideceğim.
-E oğlum, seni böyle aç susuz nereye güvereyim. Hele gel şuraya otur, ben şöyle bir dolanayım. Belki bir parça bir şey peydah edebilirsem, ufak bir azık yapayım. Bir de ayrılık ekmeği.. Beraber yiyelim de git, ne yapayım.
Kocakarı beş-on kapı dolaşıyor. Birer avuç, ikişer avuç derken tepsiye epey un koyuyorlar. Kocakarı geri geldi. Şuraya bir tahta serdi. Eline bir elek aldı. Un eliyordu ki, Mahmud’a azık ede. Mahmut da kocakarının arka civarında oturuyordu. Kendi kendine dedi ki; 
“Bu ihtiyar, bu un için belki on beş yeri dolandı. Bunu acıkır der de bana koyarsa, acaba kendisi ne yer? Görmeden, ben bunun arkasından kaçayım gideyim de ihtiyar kendi yaptığını kendine nafaka etsin.” dedi. Bu fikirle usulca sazını duvardan aldı. Annesi görmeden kapıdan çıktı. Öyle gidiyordu ki, “Annem arkamdan yetişir duyar da beni millete tan ettirir.” diye sanki ayağı yere basmıyordu. Bu düşünceyle bir zaman gitti.
Gençkahraman şehrinden epey çıktı. Bir tenha yere vardı, eğlendi. Bir kılık kıyafetine baktı. Ayağı yalınayak, başı açık, vücudunun çok yerleri çıplak, o yana bu yana yelpaze gibi sallanıyor. Elindeki saz ta hocadan kalan. Telleri kopmuş, geri düğümlemiş, paslanmış. Sazm bir yanı kırılmış, kötü bir âlet. O zaman Mahmud’un aşkı sakinleyip aklı başına geldi. “Hey Ya Rabbi! Ben koca bir hükümdar oğluyum, bir şehzadeydim. Gittiğim yer koca paşanın kızı Nigâr Hanım’ın yanı. Acaba bu yırtık elbiseyle, şu kırık sazla bana ne der. Ben böylece bunun yanma nasıl varacağım?” 
Bu düşünceyle gidiyordu. Baktı ki, ileride ufak şehir görünüyor. “İyi! Şu şehire uğrayım da kahveleri bir dolaşayım. Belki âşıklar oradadır, muhabbet gelir de ben de aralarına karışırım. Mevlâ’nın yardımıyla birinin sazını elinden alayım da elbisem yoksa da sazım elimde yem olsun.” Bu gayeyle şehire vardı. O yana bu yana dolaştı, âşık tesadüf edemedi. Bir mağazanın önünden geçiyordu. Şöyle bir göz attı ki, içeride öyle bir sazlar takılı ki, hiç ele alınmamış, teller parıl parıl parlıyor. Mahmut bunları görünce hayran oldu. Elinde de sazı olduğu için, âşık olduğuna kanaat etti mağazacı. “Herhalde saz alacak.” dedi. İleri geldi.
-Oğlum içeri gel bakayım.
İçeri girdi Mahmut.
-Saz mı alacaklın?
-Saz alacaktım ama.
-Alacaksan, işte oğlum bak.
Mahmut baktı, aktardı, döndürdü. Saz yeni, iyice ya, parası yok ki pazarlık etsin.
-Bu sazı tak da başka birini ver.
Onu taktı bir daha, onu taktı bir daha derken on beş-yirmi saz indirtti. Pazarlık etmeye parası yoktu. Usta, buna on beş-yirmi saz indirip takınca canı sıkıldı. Dedi ki:
-Oğlum! Ben senin vaziyetine bakıyorum, fakirsin. Engindekini indiriyorum ki, çocuğun gücü yetsin de alsın diye. Gönlüne bakıyorum, zenginsin, fakat, zengine de hiç benzemiyorsun. Bende bir saz var. Böyle senin gibi gelip de saz beğenmeyen âşıkların eline o sazı getirip veriyorum. O saz paralı değil, bedava. O saz ile şuraya oturacak, sazı verdiğim âşık, taksim geçecek. Eğer taksimini beğenirsem o sazı anamın sütü gibi âşığa helal edeceğim. Taksimini beğenmezsem, sazı elinden geri alıyorum, beş lira da parasını alıyorum. Çok par asım aldım âşıkların. Gayrı işine geliyorsa, dedi.
Mahmut, aklından dedi ki; “Ulan, bu herif taksimimi beğenmezse, benim canımı alacak değil ya. Benim beş kuruşum yok, kovar giderim. Başka çare olmaz daha.” dedi.
-Usta indir sazı nereden indiriyorsan, dedi.
Usta; “Yine beş lira kazandık.” diye sevinerek sazı getirdi, Mahmud’un eline verdi. Mahmut sazı eline aldı. Tam hususi yapılmış saz, divan sazı. Mahmut, şöyle çekildi mağazanın bir köşesine oturdu. Pir elinden bedeli âşık. Divan sazını Çekip bağrına basıp da öyle bir taksim geçti ki, usta sazı da unuttu, ne konuşacağını da. Ağzı bir karış kadar açıldı, Mahmud’a bakıyor. Hayran meftun oldu. Yukarıya doğruldu.
-Varol oğlum, dedi. Demek ki bu saz otuz beş senedir ustasını bekliyormuş. Tam otuz beş sene oldu yapılalı. Tam erbabım buldu saz. Yalnız, bu sazla bana iki hane de söz söyleyebilsen. Bu saza bir de kılıf yaptırayım, güneşten bozulmasın, dedi.
-Peki ustam söyleyim, dedi.