Gurbet, öyle bir ruh derinliğidir ki, dağlar orada setler oluşturur, turnalar orada uçar, mor menekşeler de Orada açar. Hâsılı Türk halk şiirinde gurbet, hasret ve sıla şiirleri, turnalar ve dağlarla bütünlük gösterir. Bugün için maddi olarak bir anlam ifade etmeyebilir ama, hepimizin yüreğinin ortasında turnalı duyguların sızısı bulunur. Muzaffer Şahin’in hem kaynak kişisi, hem derleyeni olduğu şu türküyü Altan Demirel ile İhsan Öztürk notaya almış: 
   
“Gitme durnam gitme yollar ıraktır
Şu halıma şu gönlüme bak benim 
Bu yabancı eller bana duraktır
O yar vurdu şu sineme ok benim 

Geldim gurbet ele geri dönülmez
Kim öldüğün kim kaldığın bilinmez 
Ölsem gurbet elde gözüm yumulmaz
Bir ağlarım anam bacım yok benim

Durnam gökyüzünde bölüktür bölük
Ayrılık elinden yüreğim yanık 
Önü muhabbettir sonu ayrılık
Tazeleme eski yaram çok benim” 

Gurbet duyguları olmasa bir anlamı mı olur dalga dalga yayılan kaval sesinin? Kara trenin uzun uzun çınlayan sesi yürekleri sızım sızım sızlatır mı?

 “Gurbet gurbet öten tren sesi ve son kampanayla başlayan özlem…”

O trenler ki bir zamanlar, gurbete götürür, vuslata ulaştırırdı. Ayrılık acısı da, kavuşma sevinci de trenlerde buluşurdu. Dilimizden düşmezdi o türkü: 

“Kara tiren gelmez m’ola
Düdüğünü çalmaz m’ola
Gurbet ele yâr yolladım
Mektubumu almaz m’ola”

Bu türküye Mustafa Özgül, hem kaynak kişi, hem derleyen hem notaya alan olmuş, 3486 numara ile TRT repertuvarına kaydettirmişti.  

Hisarlı Ahmet olarak tanınan Ahmet İnegöllüoğlu, 1908 yılında Kütahya’da doğdu.  

Delikanlılık döneminde; gençlerin evlerde toplanarak eğlendikleri, sohbet ettikleri “Gezek”lerde üç telli sazla tanıştı. 
Askeri ocağında klarnet çalmayı ve okuma yazmayı öğrendi.  
Kahvehanesi âşıkların ve onu dinlemeye gelenlerin uğrak yeriydi. Onlarca türküyü TRT repertuarına kazandırdı. İstanbul radyosu saz sanatçılarından ve bir süre Türk halk müziği bölümünü yöneten Mustafa Hisarlı’nın babasıydı. Hisarlı Ahmet 4 Ocak 1984'de vefat etti. 
Bizlere bıraktığı türküleriyle yaşıyor. Bir türküsü var ki, gurbete gidenleri geceler boyu uyutmayan korkuyu dinlendirir: 

 “Yağmur yağar her dereler sel alır
 Gurbete gidenin yarin el alır ey…”  (TRT Rp. No: 175)

Ozan severse, candan sever. Canını esirgemez,  cananım dediğinden. Ama işitirse ki, cananı ondan vazgeçmiş, işte o zaman Karacaoğlan gibi  "Giderim gurbete daha nem kaldı " der. Gurbetteki kimsesizlere garip derler. 
Kimsesizlerin defnedildiği yerlere “Garipler Mezarlığı” adı verilir. Sözleri Âşık Emrah’a ait olan Sivas türküsü garipliğimi anlatır:  

“Hazan ile geçti şu benim ömrüm
Eyle dertli bülbül zar garip garip…” (Kaynak kişi Hamza Başyurt Derleyen ve Notaya alan Can Etili Rp. No: 3184)

Bedri Rahmi Eyüpoğlu “Türküler Dolusu”nda şöyle diyor:

 “Ah bu türküler  / Türkülerimiz 
Ana sütü gibi candan / Ana sütü gibi temiz 
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla 
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz. 
Ah bu türküler, / Koy türküleri 
Dilimizin tuzu biberi 
Memleket ahvalini onlardan sor 
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i 
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni... 
Ben türkülerden aldım haberi…”

Nesimi Cimen’i 2 Temmuz 1993’de utanç gününde kaybetmiştik. Sözleri Aşık Mücrimi’ye ait olan bir türküyü havalandırırdı. Söylerken bilir miydi hali ahvalinin malum olduğunu. Türküyü İhsan Öztürk derlemişti: 

“Şu diyarı gurbet elde 
Şen değil gönlüm şen değil
Kimse bilmez ahvalımdan
Şen değil gönlüm şen değil

Ben cismimi yaktım nara
Aman gönlüm uğramış efkara
Tecellim yok bahtım kara
Şen değil gönlüm şen değil
…..”