TİP'li Can Atalay'ın hapisten seçime girmesi, yasalara göre serbestti. YSK sakınca görmedi.
Milletvekili seçilmesi de yasak değildi, Hataylılar seçti.
Fakat kazanması mı yasaktı ki serbest bırakılmıyor, Meclis'e gönderilmiyor?
Anayasa Mahkemesi, hak ihlali saydı. Pandomim bundan kopuyor.
Vay, nasıl hak ihlali sayarmış, terörist serbest mi kalsınmış, AYM milli değil miymiş, yoksa teröristlerden mi yanaymış!
Yasada, Anayasa'da yazdığı gibi olmuyorsa keyfilik vardır; kurallı yönetim yoktur ve kimsenin hukuki güvencesi de kalmamıştır.
Ucu kendisine dokunmuyor zannedenler; kuralsızlık bin yıl yaşasın, diyebilir. Ama yanılıyorlar.
Birincisi; ne yaparsa ne olacağından, başına ne geleceğinden kimse emin yaşayamaz. Kimin gücü kime yeterse. Orman kanunlarına, kabile düzenine geri döneriz.
İkincisi; belirsizlik ve öngörülemezlik yarın ne getirir, bilinemeyeceğinden ticaret başta, kural tanımazlık hayat kalitemizi yer bitirir.
Üçüncüsü ise tüm umutları bağladığımız fincancı katırlarını ürkütür. Keyfilik olan yere yabancı yatırımcı gelir ama bu riske değecek bir yüksek kazanç karşılığında. El kazanır, millet kaybeder, çok pahalıya patlar.
Mesele yasada, Anayasa'da yazana uyulup uyulmadığı. Can Atalay kavgası değil, yani.
MESELE TERÖRLE MÜCADELE OLSAYDI
Uluslararası Comanchero suç örgütünün başı yakalanmış, kırmızı bültenle aranırken kanlı bir zehir tacirine meğer vatandaşlık verdiğimiz anlaşılmıştı.
Dün de kırmızı bültenle aranan başka bir uyuşturucu baronu yakalamışlar, İçişleri Bakanı Yerlikaya duyurdu. Güney Amerikalı bir uyuşturucu kartelinin başıymış, İstanbul Beylikdüzü'nden çıktı.
TBMM'de, İBB'de, seçim sandığında terörist ararken ne develer geçmiş elekten, görüyor musunuz!
Elekten deve kafileleri geçerken uğraştırıldığımız meseleler ne kadar suçla, terörle mücadele içindiyse... Yargıtay'ın AYM ile kavgası da işte o kadar hukuk kavgasıdır.
Merkez Bankasına laf dinletme ısrarının, millete ağır bedel ödeteceğini öngörmek için ekonomist olmak nasıl gerekmiyorduysa... Anayasa Mahkemesine laf dinletme ısrarının, millete çok daha ağır bedeller ödeteceğini öngörebilmek için de hukukçu olmak gerekmiyor.
Peki ne yapmaya çalışıyoruz, kendimize bunu niye yapıp duruyoruz?
TEK ADAMCI KUVVETLER BİRLİĞİ HANİ KÖTÜYDÜ?
Merkez Bankası, 2001 krizinde yasayla bağımsızlaştırılmıştı. Atama ve görevden almaları, hem süre hem liyakat şartlarına bağlandı ki, doğru bildiği para politikasını izleyebilsin.
Popülist siyasetçiler; devlet parasıyla seçim kazanmak için rezervleri satıp savamasın, saçıp savurmaya para bastıramasın, bir daha ülkeyi batıracak yanlışlar yaptıramasın, diyeydi.
Sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimle gelip millete hesabı kendisi verirken Merkez Bankasına karışamamaktan şikâyete başladı.
Cumhurbaşkanlığı Sisteminde de Merkez Bankasının atama ve görevden almaları, bir gece yarısı kararnamesine bağlandı. Cumhurbaşkanı; hızlı karar alarak başkanlarını değiştirebilsin, laf dinlemeyeni alıp laf dinleyeni atayabilsin, diye.
Faizdi, enflasyondu derken ikisi de uçtu. Erdoğan; Bakan Şimşek'e karışmadığını, kararları onun verdiğini söylüyor şimdi. Direndiği için görevden alınan bakanlar ve MB başkanları, haklı çıktıktan sonra.
Davul, seçilmiş siyasetçinin; tokmaksa atanmış bürokratın elinde olamazdı oysa. Milli iradeye, demokrasiye aykırıydı.
Dün ölüm yıl dönümünde andığımız Atatürk de kuvvetler birliğinden yanaydı. Döneminde kuvvetler ayrılığı yoktu. Meclis Başkanıyken hükümetin de partinin de yargının da başıydı. Ya Cumhurbaşkanlığı, derseniz o da tek başlıydı.
Tek parti-tek şef modelinin; başta hızlı kalkındırıyor görünse de trajediyle bittiği, 2. Dünya Savaşı sonunda artık anlaşılmıştı. Mussolini, Hitler gibi kötü örnekler sayesinde.
Emniyet sübabı, zamanında açılmazsa kazan patlıyordu.Tek partiden çok partili hayata geçildi.
Fakat çoğunluğun iktidarını sınırlandıran, erklerin birbirini dengeleyip denetlediği kuvvetler ayrılığı hâlâ yoktu. Demokrat Parti döneminde de getirilmedi. Ancak 1961'de Anayasa'ya girebildi.
Meraklılarına, Taha Akyol'un üç kitabını öneririm. Tarihsel süreci ve tartışmaları bulabileceğiniz eserler: Kuvvetler Ayrılığı Olmayınca, Laf Dinlemedi ve Neden 29 Ekim.
TEK PARTİ-TEK ŞEF YÜZYILINA GERİ DÖNECEKTİKSE ATATÜRK'E BU DÜŞMANLIK NE?
Yargıtay; sen yüksek mahkemeysen ben de yüksek mahkemeyim, demeye mi AYM'ye çıkıştı, bilemem.
Ancak yürütmeyle yasama ve yargıyı tekrar birleştirmek, tek elde toplamak isterseniz bir fırsat sundu . Erkleri ayırınca bakın, kavga ediyorlar, deme fırsatı.
Sistem krizi, istediğiniz gibi çözme fırsatıdır.
Umalım da tek başlılığı, başyargıçlık yetkisiyle güçlendirmek için kullanılmasın. AYM'de istediğini görevden alıp istediğini atamayı, bir gece yarısı kararnamesine bağlamaya bakar.
Yüzyıl öncenin şartlarında bile tek parti-tek şef uygulamalarını doğru bulmayanlar, Atatürk'ü kurtarıcı değil diktatör kabul ediyor. Bu yüzden Cumhuriyet'in kurucusunu rahmetle anmaktan da kaçınıyorlar. Kendi kendine kurulmuş sanki.
Kuvvetler birliği ve sınırsız iktidar yetkisi, yüzyıl önce bile nefret edilecek kadar kötüydü, iyi değildiyse bugün nasıl örnek alınacak! Yüzyıl geri giderek mi, ileri demokrasi olunuyordu?
Kaynak: Karar Gazetesi
KÖŞE YAZILARI
Yayınlanma: 13 Kasım 2023 - 12:44
Zorumuz ne?
TİP'li Can Atalay'ın hapisten seçime girmesi, yasalara göre serbestti
KÖŞE YAZILARI
13 Kasım 2023 - 12:44