Kur’an-ı Kerim, bilimin temel yapıtaşı olan bir bilgi kitabı değil, inanç kitabıdır. Dolayısıyla Kur’an-ı Kerim’deki hükümler, deneye ve gözleme dayanan bilim ile aynı disiplin içerisinde olmadığından aynı metotla da değerlendirilmesi akla, mantığa ve bilime aykırıdır. İnsanlar, birçok türde yazılmış kitapları okumaktadırlar. Romanlar, hikâyeler, denemeler, kişisel gelişim kitapları vb. bunlar da bilimsel değildir. Bilimsel olmamaları onlara herhangi bir eleştiri getirmemekle beraber okunması yönünde tavsiye edilmektedirler. Hal böyle iken Kur’an’ın sürekli olarak eleştiri oklarına hedef tutulması kasıtlı bir hareket olduğunu göstermektedir.
Kur’an’da onlarca bilimsel mucize, bilgi, delil ve işaret vardır. “Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz” (Zariyat-47) Teleskobun bilim dünyasına teşrifine kadar insanoğlu gökyüzüyle ilgili sınırlı bilgilere sahipti. 1900 ‘lü yıllara kadar kâinat sabit bir evren olarak insanlarca düşünülüyordu. 1929 yılında Amerikalı gökbilimci (Edwin Hubble) evrenin genişlediğini ortaya koydu. Bu demektir ki evren ilk kurulduğundan beri sürekli genişlemekte. Bu konuda Dünya’nın oluşumu ile ilgili mucizevi bilgiler de yine Kur’an’da yer almaktadır. “O kâfir olanlar, bitişik bir halde bulunan yerle göğü birbirinden ayırdığımızı ve her diri şeyi de sudan yarattığımızı görmediler mi?” (Enbiya-30) buyrulur. Uzaydaki bütün cisimler bir gaz kütlesi idi. Sonra bu gaz kütlesinden boşluğa kopuşlar olmuştur. Dünya’da aynen bu şekilde öncesi bir gaz kütlesi olan Güneş’ten kopmuş kendi etrafında döne döne soğumuştur. Dünya oluşumu sırasında kendisinden yükselen gaz ve buharlar yoğunlaşarak tekrardan yağmur olarak Dünya’ya dökülmüştür. Bu şekilde de denizler ve okyanuslar oluşmuştur. Akabinde su sayesinde Dünya’da hayat doğmuştur.
Allah’ın biz insanlar için bir başka mucizevi işareti ise 1400 yıl evvelinden Kur’an’da deniz sularındaki durumların açıklanmasıydı. “Allah, öyle bir Allah’tır ki iki denizi salıverdi. Birisi tatlı, susuzluğu giderir, diğeri tuzlu ve acıdır. Aralarında da kudretinden bir engel ve birbirine karışmayı önleyici bir perde koymuştur. (Furkan-53) Bugün Nil Nehri’nin Akdeniz’e döküldüğü yer olan Mısır’ın Dimyat şehrine bağlı Ras-el Bar beldesinde iki su kütlesi birbirine karışmamaktadır. “Suları acı ve tatlı olan iki denizi birbirine karışmamak üzere salıvermiştir. Birbirlerinin sınırlarını aşmamak için engel vardır. (Rahman-19 ve 20) Yine Cebeli Tarık Boğazı’nda karşılaşan Akdeniz ile Atlas okyanusunun suları da birbirine karışmamaktadır. Bilim, bu suların karışmama sebebi olarak suların mevcut yapısındaki farklı sıcaklık, tuzluluk ve yoğunluk oranlarından kaynaklandığını ifade etmektedir. Dünya’da ve ülkemizde çok fazla can ve mal kayıplarının yaşandığı doğal afetlerden biri olan deprem hakkında da Kur’an-ı Kerim’de bilgiler mevcuttur. “Yeryüzünde sarsılmayasınız diye sabit dağlar koyduk. (Nahl-15) “Yer insanları sarsmasın diye üzerinde sabit dağlar yaptık.” (Enbiya-31) “Biz yeryüzünü beşik gibi yapmadık mı? Dağları da onun için kazık gibi kılmadık mı?” (Nebe-7) Daha bu konu hakkında söylenecek söze gerek var mı? Gayet açık. Dağlar olmasa yer devamlı sarsılır. Bilim bugün depremden korunmak için inşaatları kayalık, dağlık bölgelere yapılması gerektiğini; ovalara bina ve inşa yapılmamasını her fırsatta beyan etmektedir.
Sonuç olarak 14 asır öncesinden bu mucizevi bilgilerin Kur’an-ı Kerim’de yer alıyor olması bir insanın bunları bilemeyeceğine delil değil midir? Buradan da hareketle bu durum Kur’an’ın “Hak” olduğunu kanıtlamaz mı? “Devamı Haftaya”