Romanda fakirliğin ahenginden de bahsedilmektedir. Buradan hareketle Doğu kültürünü, kanaat kültürünün doğal neticesi olarak gören yazar, hürriyeti imtiyaz ve snobizm olarak göstermesi ise yine pazara son derece alaycı bir bakış açısıdır. Romanda bir olgu daha vardır.O da İrdal’ın kendi fakirliği ve refahını şekillendirmesine rağmen toplumsal anlamda piyasaya yani “insani işlere uzaktan bakışı” (s. 23) onun iktisadi değerlendirmelerinin eksik olmasıdır ki buda romanı iktisadi roman yapmaktan uzaklaştırmaz. Bu arada romancının “iftira ve pazar malıyla giyinme” (s. 26) arasında kurduğu ilişki, okuyucuyu nereye götürdüğünü bilmemekle beraber, iktisadi bilen bir okuyucuya “gösterişli lüks tüketim, acı, elem, zevk ve piyasa ahlakına” gibi kavramları hatırlatacağı açıktır. Bu dahi romanın gizemli bir iktisadi tarafının olduğunu göstermeye yeterlidir.
Saat ve Cami
Kitapta cami yapımına karar veren dedesinin önce cami yeri seçimi ve cami binasını inşa etmeden evvel içinin mobilyalarını alması (s. 27) irrasyonel bir yatırımcıyı akla getirmektedir.Bu hususda, yine romanın soyut anlamda trajikomik bir iktisat kitabı haline soktuğu gerçektir. Bu trajikomik yatırımla birlikte İrdal’ın dedesinden kalan, hikâyesi, meçhul ve meşhur ayaklı saatin ayarının “görünmez bir el” vasıtasıyla yapılmasının soyutluğu, piyasa dengesini, serbest piyasa ekonomisinin önemli yapı taşı olan “görünmez el”ini işaret etmemesine rağmen biraz iktisat bilenin bu sonucu çıkarması son derece rasyoneldir.
Ayaklı cami saatinden sonra masa saatine geçerken ailesinin “seküler” olduğunu belirten İrdal’ın, iktisat bilgisinin gizemli ve zayıflığı bir kez daha teyit edilmiş olur. ( s. 29) Çünkü, bütün açıklamalardan sonra laik masa saatinin kurulması ve ayarının arkasındaki “hususi zembereği” vasıtasıyla yapılması, tıpkı piyasa dengesinin “kumanda ekonomisi”yle yapıldığını aklına getirmemesi son derece irrasyonel olurdu.
Hayri İrdal’ın evindeki babasının koyun saatinin ‘muattal’ yani işsiz, güçsüz, boş kelimesiyle tanımlanması da iktisatçı olmayan fakat iktisat bilgisi zayıf biri için son derece manidardır. İlk iki saatte piyasa metafiziği üretilipte üçüncü koyun cebi saatinden üretmemek de bir başka akıl dışılıktır. Bu anlamda koyunda uyuyan saat, kahve peykelerinde (sedirlerinde) işsiz güçsüz boş oturan kişiyle aynı kaderin, eşya ve insandaki tezahürüdür denilebilinir.
Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır
Muvakkit Nuri Efendi ne demişti: “Beni adam eden saatlerdir.” (s. 32) Saat zaman “ayar” demektir.Ayar, matematikte eşitlik, hukukta adalet ve piyasada denge demektir. Bu durumda ayar, sadece insanı adam etmekle kalmayıp, matematiği matematik, hukuku hukuk ve iktisadı iktisat yapan bir olgudur. Böylece saatin adam ettiği adam ile dengenin adam ettiği “homoeconomikus” adam arasında farkın olmadığı gerçeği, somut iktisadi gerçeklikten başka bir şey değildir. Bu durumda Tanpınar’ın ayar edilmiş saati iktisadi anlamda dengeye gelmiş homoeconomicus bireyin adıdır.
Nuri Efendi tamire gelen saatin ücretini pazarlık etmemeksizin tespit etmesi iktisadi bir ilginçtir.Yani pazarlıksız tamir ücretinin tespiti iktisat teorisindeki adı, “piyasa denge ücretidir”. Daha açık anlamda, pazarlıksız ücret öyle bir ücret ki hem tüketicinin maksimum faydasını hem de hizmet üreten Muvakkit Nuri Efendi’nin kârının maksimum olmasını sağlayan bir ücrettir.Bu anlamda Tanpınar, iktisat kuramcılarının ideal piyasa dediklerini bilmeden piyasa realitesine çevirdiği bir kurgu olmuştur.
Öte yandan bir metafizik paragraf ve iktisat göndergesi daha burada açıklabilir. “Cenab-ı Hak insanı kendi sureti üzere yarattı” “insanda, saati kendine benzer” şekilde icat etti. (s. 32). Devamında “Allah nasıl insanı bırakırsa her şey mahvolur, insan da saatin arkasını bırakmamalı… saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.” (s. 33) Tanpınar bu cümlesiyle saatin kendisini, insana benzetmiştir denilebilinir.Buradaki “mekân” kavramını da “pazar yeri” olarak düşünüldüğü takdir de “zaman (insan)-mekan” ilişkisiden piyasa kavramına ulaşılmış olunur.Bu anlamda Tanpınar’ın zaman kavramı neo-klasik iktisat teorisinde ki dönemsellik kavramına bağlanırsa yine romanın bir başka iktisadi motifine tespit edilmiş olunur.Saatin ayarlaması insana benzetmesine bir başka cepheden bakıldığı takdirde romanın içine için için kumanda ekonomisi gizlenmiştir denilebilinirki “maden kendiliğinden ayar kabul etmez” (s. 33) sözü, kurumsal iktisat ve kumanda iktisadını akla getirmemesi mümkün değildir.
“Zaman-mekân-insan” (dönemsellik-Pazar-ayarlı insan-rasyonel insan-homoeconomikus) eşitliği somut iktisadi gerçeklik değil midir? Bu gerçeklik kabul edildiği takdirde saatin insanüstü rolü (s. 35) piyasanın romanda ki iktisadi tasarımı olarak görülür.Dolayısıyla, “zaman-ücret” tartışması saatin bu insanüstü rolü olarak görülmeli ve yine romanın iktisat düzlemi içerinde bir roman olduğu gerçeğine ulaşılmalıdır..
Bozuk saat ile ayarsız saat arasındaki fark, işsiz insan ile ücretini hak etmeyen işçi arasındaki farkı nedir diye Muvakkit Nuri Efendi’ye sorulmuş olsaydı yine yukarıdaki o anlamlı meşhur sözünü söylerdi herhalde: “Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır.” Devamı olarak “Ayar saniyenin peşinde koşmaktır” (s. 36) der ve “ücretinin her saniyesini hak et” mesajını verir. Hatta alt paragrafta ayarsız saatin gün içinde kaç dakika kaybedilmesinin matematiksel hesabını yapıp “çalışmamızdan, hayatımızdan, asıl ekonomimize olan zamandan kayıp” demesi okuyucuya ilk kez ekonomi bildiğini fakat “saat-iktisat” ikilisi arasındaki muammayı kendin çıkar diyerek adeta okuyucuyu düşünmeye sevk ettiğini gösterir.
Meşrutiyet döneminin insan-komşu ilişkisinin, komşu-ticaret ilişkisine dönüşerek altın üretim (eczanede altın işi) veya yatırım işine girilmesi (s. 44) iktisadın “komik” anlatımına bir diğer örnektir.”Eşya-maden-insan” (s. 44) üçlüsünün yatırım ilişkisi, iktisadın soyut gerçekliğinin romanda tezahürü bir anlamda, romanın derinliği ve koordinatlarının iktisadi boyutunu göstermektedir.Yine “para” sıkıntısı içinde olan komşuların eczacının laboratuvarında define elde etme girişim ve çabaları Meşrutiyet dönemi para arzına olumlu-olumsuz tesir etmeden hayal kırıklığı ile bitmesi romanda komedi izlerini tekrar tekrar göstermektedir. Burada bir ilginç tespit daha vardır, o da; “akıl ve hakikate erme” (s. 45) sürecinin altın veya para tarafından perdelenmesi (paranın ekonomide örtü olması) klasik para teorisini hatırlatıyor.
Sattığı parmaklığı otuz misline geri alan (s.57) Halit’in, hem eşi hem baldızı için yaptığı gösterişli tüketim harcaması onun enflasyon ve Giffen Malları (antika parmaklık dâhil) özelliklerini bilmediği göstermektedir. Halanın mirası tasarruf şekli (kömürlüğü banka gibi ) ve Beyoğlu’nda ki tüketim kültürü, bireyin ölüm ve dünya çizgisi anlamında iktisadi hayatın somut gerçeği olarak değerlendirilebilinir.
Hayat ve çalışma arasındaki süreci bir tiyatro olarak gören İrdal, romanın birinci bölümüne burada nokta koyar.