Anayasa demek bütün yasaların, kararnamelerin, yönetmeliklerin, tüzüklerin ve bunların uygulanışlarının şartları ve sınırları demektir. Herkesi ve her kurumu bağlar. Zaten başka türlü düzen ve intizam temin edilemez ülkede.
Anayasanın 83. maddesi “Türkiye Büyük Millet Meclisi üyesi hakkında, seçiminden önce veya sonra verilmiş bir ceza hükmünün yerine getirilmesi, üyelik sıfatının sona ermesine bırakılır” diyor. Buna göre -hakkında kesinleşmiş hüküm bulunmadığı için seçime girmesinde sakınca görülmeyen - Hatay Milletvekili Can Atalay’ın mazbatasını aldığı gün serbest bırakılması gerekiyordu. Daha önce benzer olaylar yaşanmış ve anayasanın gereği yerine getirilmişti. Bu sefer bu yapılmadı. Yine anayasanın emri olmasına rağmen yargılaması da durdurulmadı. Hakkındaki hüküm seçimden sonra onaylandı.
Bunun üzerine milletvekilinin avukatları Anayasa Mahkemesine gitti. Türk yargı sistemindeki en üst karar mercii olan Yüksek mahkeme hak ihlali hükmü verdi ve tutuklu bulunan milletvekilinin yerel mahkeme tarafından serbest bırakılmasını istedi. Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. İtiraza kapalıdır.
Behemehal uygulanmak zorundadır. Ama uygulanmadı. Önce gerekçeli kararı görmemiz lazım dediler. Oysa hiçbir mahkeme gerekçeli kararı değerlendirerek Yüksek Mahkeme’nin hükmünü yerine getirip getirmeme kararı alamaz. Anayasa öyle bir kapı bırakmıyor. Anayasa Mahkemesi kararının yanlış veya haksız olduğunu düşünseniz de bile uygulamak zorundasınız.
Derken gerekçeli karar açıklandı. Ama yine hükmün yerine getirilmediği görüldü. Kamuoyundan yükselen tepkiler üzerine bu tuhaflığa bir gerekçe bulundu: Yerel mahkemenin kararını Yargıtay onaylamıştı, dolayısıyla hak ihlali kararının muhatabı Yargıtay’dır dediler. Dosyayı oraya gönderdiler. Şimdi Yargıtay’ın ilgili dairesinin kararı bekleniyor anayasanın kesin ve açık hükmünün uygulanması için.
“Et kokarsa tuz atarsın, ya tuz kokarsa!” demiş atalarımız. Yargı kurumunun siyasallaşması tuzun kokması demektir. Bu gidiş ne iktidara ne muhalefete yarar. Artık yargı bağımsızlığından vaz geçtik, kuvvetler ayrılığından vaz geçtik. Yasalar uygulansın yeter deme noktasındayız.
Özellikle başkanlık rejimine geçildikten sonra iyice çığırından çıkan yönetim zafiyetinin her alanda ortaya çıkardığı fatura ortada…. Bütün bunları üreten siyasetin yüzde 52 oyla ibra edilmesi sorunları ortadan kaldırmıyor. Bu yüzden ekonomide rasyonelleşmeye ihtiyaç duyuldu. Ancak devletin temel işlevleri olan “güvenlik ve adalet temini” sahasında sorumluluk taşıyan kurumların çürüme alameti göstermeleri hepsinden daha büyük bir felaketin habercisi. Rasyonelleşme burada da lazım.
Ancak bu hususta insan pek ümitli olamıyor. hukuk nosyonu bizim toplumun genlerine işlemiş bir konu değil maalesef. Can Atalay meselesiyle ilgili tuhaflığı dünkü KARAR.’da manşet haberi olarak işledik. Yargı hukuka direniyor başlığıyla…
Bizim manşete bir sosyal medya kullanıcısının cevabı şöyleydi: “Yargı bağımsızlığı var. Size mi kaldı mahkemeleri baskı altında bırakmak. Suçu yok ise gereği yapılır…” Vatandaş mahkemelerin bağımsızlığını anayasaya veya Anayasa Mahkemesi kararlarına uymama özgürlüğü olarak görüyor demek ki. Anayasanın hükmünü hatırlatmak da yargıya baskı demek oluyor oluyor. Gerçi memleketin Adalet Bakanının açıklaması da farklı bir çizgide değildi. Bir yerel mahkemenin Anayasa Mahkemesinin kararını uygulamama -yani anayasaya uymama- tutumunu “Ben karışmam, mahkemeler bağımsızdır” anlamına gelecek sözlerle yorumladı o da.
Fethullahçıların yargıda güçlü oldukları dönemde eski genelkurmay başkanı İlker Başbuğ’u tutuklamışlardı bir yerel mahkeme kararıyla. Oysa anayasaya göre eski genelkurmay başkanları görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı ancak Yüce Divan’da yargılanabilirler. O zaman bunu söylediğimde bazı ceza hukukçuları, arayıp “Darbe yapmak genelkurmay başkanının görevi olmadığına göre bu yöndeki suçlamanın görev suçu olmadığı” gerekçesini ileri sürmüşlerdi.
Biraz düşününce her şeye gerekçe bulabiliyorsunuz. Erdoğan 14 Mayıs seçiminde üçüncü kez aday oldu, Anayasanın açık hükmüne rağmen. Bu yöndeki itirazlara da “İlk seçimden sonra anayasa değişti, ilk görev dönemi sıfırlandı” dediler. “Anayasada niye yazmıyor böyle bir şey o zaman?” sorusuna da “Unutulmuştur” cevabı verildi.
Hukukun üstünlüğü bizde “ilk gün”den beri böyle… Cumhuriyetin ilanında bile siyasi şartlar muvacehesince legal şartlar dikkate alınmamıştı. Taha Akyol geçenlerde sözünü ettiğim “Neden 29 Ekim?” kitabında anlatıyor: 1921 Anayasasına göre Meclis’te anayasa değişikliği için gereken sayı belliydi. Ama Atatürk ve arkadaşlarınca orada bulunmayan mebusların çağrılarak bu sayının temini nedense istenmiyordu. Bunun üzerine “Atatürk’ün İslamcı Adalet Bakanı” Seyit Bey çözümü buldu:
Saltanat kaldırılınca zaten cumhuriyete geçmiş sayılırız, bunun için anayasa değişikliğine gerek yok. Anayasaya eklenen yeni maddelere de yeni madde demeyiz, eski maddelerin düzeltilmesi deriz, olur biter!
Böyle yararlı zevat varken, “Kanunların anayasa uygunluğunu denetleyecek bir anayasa mahkemesi kurulması” gibi tekliflerde bulunan Ziya Gökalp gibilerinin yüzüne bakılmayacaktı tabii…
Tek parti iktidarı ülkeyi kuvvetler birliği esasına göre yönetti. Yeter Söz Milletin diyerek iktidara gelen Demokrat Parti de bunu değiştirmeye yanaşmadı. Türkiye yargı bağımsızlığı, anayasa mahkemesi gibi konularda ancak 1960’tan sonra belli adımlar atmaya başlayabildi. Bugün ise yeniden 1920’lerin şartları inşa edilmeye çalışılıyor. Yanlış olan budur. Bundan geri dönülmesi gerekir. Et kokarsa tuz lazımdır.
KÖŞE YAZILARI
Yayınlanma: 04 Kasım 2023 - 10:59
Mahkemeler hukuktan bağımsız mı?
Anayasa demek bütün yasaların, kararnamelerin, yönetmeliklerin, tüzüklerin ve bunların uygulanışlarının şartları ve sınırları demektir
KÖŞE YAZILARI
04 Kasım 2023 - 10:59