İnsan toplumsal bir varlık. Bu toplumsal yapıyı ayakta tutan en önemli öğelerden biri de hiç şüphe yok ki maddiyat yani para.
Tarihsel süreçleri irdelediğimizde; topluma yön veren en etkili araçlardan birinin, belki de en önemlisinin para olduğuna şahit oluruz. Maddi güç kimi zaman adalet ve hakkaniyeti üstün tutanların elinde insanlık için huzur, saadet ve esenlik getirirken; kimi zaman da şeytaniyete teslim olmuş; insan neslini ahlaksızlığa, yolsuzluğa, soysuzluğa düçar etmiştir. Bu yüzden İnancımız maddi gücü elinde bulunduranların büyük bir mesuliyet ve vebal altında olduklarını sıklıkla ifade buyurmuş ,nimetin külfetini sık sık hatırlatmıştır.
Deccaliyet devri olarak tabir edebileceğimiz şu son asırdaysa ne yazık ki paranın sahiplerinin elleri altındaki bu gücü toplumları Allah'tan, ahlaktan, insani ve vicdani tüm değerlerden koparmak için tepe tepe kullandıklarına şahit oluyoruz .Toplumu ifsad etme noktasında ellerindeki gücü öylesine mahir kullanıyorlar ki neredeyse beşikteki bebeğimiz dahi onların yetiştirip büyüttüğü mankurtlar olma noktasında payına düşeni alıyor artık .Çocuklarımızı biz yetiştirmiyor ,kimliklerine kişiliklerine biz katkı sunmuyoruz .2 yaşındaki çocuk konuşmayı TV ekranlarından öğreniyor, neyin iyi neyin kötü olduğu algısına izlediği çizgi film kahramanlarının nazarıyla karar veriyor. Giymesi gereken giysiden tutun da makyajsız sokağa çıkmanın peşmürdeliğine varıncaya kadar derin bir hipnotize ile hayata adım atıyor.
Peki çocuğumuzdan tutun da gencimize, yaşlımıza varıncaya kadar zihin dünyamızı esir alan; bizi dilediği gibi yaşamaya yönelten, fikrimizi, zikrimizi dünya görüşümüzü sorgulayıp parmaklıklar ardına mahkum eden güç kim. Kim düşüncelerimizi esareti altına aldıktan sonra oyun hamuru misali bizi şekillendiren
Bu noktada karşımıza çıkan hakikat paranın sahipleri yani paranın gücü oluyor. Ellerindeki maddi gücü dünya görüşleri adına kullanarak basın'la, medyayla, modayla, müzikle sözde sanat ve sanatçı kisvesi altında her türlü rezaleti aynileştirme propagandası yapan beslemeleri ile görünmez bir el hayatımıza yön vermekte olan. Bu beyin yıkama sürecinden geçen bizler kuklacının oynattığı kuklalar misali bir ömür tüketiyoruz.
Paranın doğru kimseler elinden çıktığında bizi ne tür felaketlerle yüz yüze bıraktığını hatırlatıp, bu perişan halimizin özetini yaptıktan sonra sözümüzün başında belirttiğim para sahiplerinin hakkaniyetli, adaletli olduğu dönemlerde toplumda birliğin beraberliğin dayanışmanın tesis edildiği dönemleri ve o dönemin mimarlarının özelliklerini göz önüne koyalım istedim. Kimler nasıl olmuş da en zorlu dönemlerde bizi biz yapan değerlerle koca bir medeniyet inşa etmişler. Dünyanın en asil toplumu olma muştusunu bizlere yaşatmışlar. İşte bu noktada adını çoğumuzun bilmediği unuttuğu belki de unutturulmuş değerimiz Ahilik çıkıyor karşımıza. En sıkıntılı süreçlerde topluma yol gösteren, düştüğümüzde asaletle doğrulmamıza, küllerimizden yeniden doğmamıza vesile olmuş, tarihimizin en kıymet şinas değerlerinden biri esnaf teşkilatımız Ahilik.
İçinden sayısız hikmet sahibi taciri , zanaat erbabını çıkarmış; sayısız hizmete rehber, önder olmuş, diyarı rum denilen toprakların Anadolu irfanıyla bezenmesine vesile olmuş teşkilatın adıdır Ahilik.
Selçuklu döneminden başlayarak devletin Anadolu'da kök salmasına maddi ve manevi tüm katkıyı sunmuş, Osmanlı'nın kuruluşunda devletin akli melekesi olmuş bir teşkilat. Ahi şeyhlerinin himmetinde esnaf ve zanaat erbabını ilahi rızayı, salih niyeti, elde varken şükrü, yoklukta sabrı ilahi rıza ve helal rızkı gaye bilen, cimriliği acziyet, yardıma muhtaç olana el uzatmayı düstur edinmiş, halka hizmeti Hakk'a hizmet görmüş, dünyevi lezzet kapısını halk için kapamayı marifet bilmiş kimselerdi onlar. Ahiler bulundukları beldelerden başlayarak kasaba, şehir hatta İslam sınırları dışındaki coğrafyalarda tacir sıfatıyla Müslüman Türk kimliğini vakarıyla temsil etmişlerdi. Onlar Ahiliğin akidesini fütüvvetname olarak bilinen İslam'ın temel prensipleri üzerine kurulu 24 kuralı barındıran program halinde tatbik etmişlerdir.
Fütüvvetname bir taraftan meslek ahlakının şartlarını ortaya koyarken, diğer taraftan aziz bir insan olmanın erdemlerini sıralamış eşsiz bir uhrevi bildiridir. Ahiler toplumsal her alanda varlığını hissettirerek halkın derdine merhem olma noktasında özveriyle çaba sarf etmişler, savaş anında ordunun ihtiyaçlarının giderilmesi için devletine destek olurken Cihat meydanında ise Fütüvvet yani Fetih ruhuyla en ön safta yalın kılıç mücadele etmekten geri durmamışlardır. Eğer gaza muzafferiyetle sonuçlanmadı ise kaybedilen topraklardan Anadolu içlerine hicret eden göçgünlere yer yurt bulmuş, aş vermiş, yardımına koşmuşlardır.
Doğal afetlerde muhtaca el uzatmış, yaralarını sarmayı görev bilmişler; toplumun İrfan, ahlak damarlarını canını tutmak için eğitim faaliyetlerine katkı sunmuş ilim talebelerine destek olmuşlardır. Mahallelerinde beldelerinde asayiş problemi varsa adli merciilerden önce sıkıntının bertaraf edilmesi için maddi ve manevi varlıklarıyla hizmet etmişlerdir. Ticaret ve sanatın küffar eline geçip günümüzde olduğu gibi ülkenin bezirgan pazarına dönmesini önlemek için; kendi vatanında parya durumuna düşürülmemesi için varlıklarını ortaya koymuşlardır.
Ne var ki her başlangıcın bir sonu olduğu gibi Ahilik teşkilatının da 17 yüzyılla beraber sonu gelmiş teşkilat içinde bozulmalar baş göstermiştir. (Not: Bu durumun en önemli sebebi İkinci Beyazıt döneminde İspanya'dan Osmanlı topraklarına getirilen 300.000 Yahudinin türlü dümenlerle ticareti ele geçirmeleri ,Ahilik teşkilatına gizliden gizliye el atmalarıdır ) Teşkilattaki bu bozulmalarla birlikte ticaret ve zanaat gayrimüslim tebanın, yahudinin önderliğinde rumun, ermeni'nin eline geçmiş ;asıl yıkım Osmanlı coğrafyasında bundan sonraki süreçte gözlenmiştir . Savaşta kaybedilen toprağın telafisi mümkün olabilirdi ancak ahilikteki bozulmayla Osmanlı'nın akli melekesi zehirlenmiştir Ahilik teşkilatının gücünü kaybetmesi ile Avrupa'daki sanayi devrimi Osmanlı coğrafyasında harekete geçirilememiş, sanayi ve ticaretimiz yahudi, ermeni rum tüccarların insafına terk edilmiş, ülke ithalat merkezi konumuna getirilerek sömürülmüştür. Bu yıkımın acılarını 17 Yüzyıldan bu yana ne yazık ki hala hissetmekteyiz.
Günümüz açısından değerlendirecek olursak bugün ticaretimizin%75'i bu milletin değerlerine taban tabana zıt, milli ve manevi değerlerden uzak gruplarının elindedir. İçimizden çok büyük güçlüklerle palazlanan milli denilebilecek sermaye grupları ise ya tekerlerine taş koyma suretiyle ya da dümenin çarkları altında ezilip yok edilerek kendilerine biat etmeye mecbur bırakılmaktadır.
Bundan yaklaşık 8 yıl öncesinde Maliye Bakanının sözü ekonomide içinde bulunduğumuz durumun vahametini özetlemektedir. Bakan Anadolu sermayesi olarak tarif edilen iş adamları ile yaptığı bir toplantıda kobi'lere onca desteğimize rağmen TÜSİAD'ın hala %5'i büyüklüğüne ulaşamadınız diyerek sitemde bulunuyordu. Bizler 300-500 işçi çalıştıran sanayicimizi fabrikatör diye yere göre sığdıramazken paranın asıl sahipleri olan karşısında çöldeki kum tanesi olamadığımızı ortaya koyuyordu. Bu sebepledir ki ülke ne zaman kendini toparlama, özüne dönme noktasında bir irade gösterse, ekonomik buhranlar, sosyal kaoslar içinde buluyoruz kendimizi. Bir ülkenin tüm gücü 580 üyenin oluşturduğu bir topluluğun yüzde 5 i olamıyor. İşte o güç sahipleri medyasıyla, toplumsal dinamikleriyle en acılı dönemlerimizde daha bir kanırtıyor yaralarımızı. Yokluktan nefes alamaz hale gelmiş vatandaşın ümüğünü daha bir şiddetle sıkıyor paranın asıl patronları. Hal böyleyken bizim dediğimiz, yerli dediğimiz tüccarımız esnafımız, sanatkarımızın durumu nedir peki? Devrin, dönemin getirdiği sömürgeci anlayışa inat, işini hakkıyla yapan, vicdanını çöpe atmamış, haktan ayrılmadan ticaretine hile hurda karıştırmayan eli değil ayağı öpülesi tüccar ve esnafımızı tenzih ederek şu hakikati ortaya koymak istiyorum.
Maalesef içinden geçtiğimiz şu ekonomik kriz döneminde bizim dediğimiz birçok ticaret erbabının da sele kapılmış taşlar misali düzene ayak uydurarak vicdanını, insafını yitirme noktasında diğerlerinden farkı kalmadığına şahit oluyoruz. Birini bin yapmak için fırsatçılığı en doğal hakkı kabul eden, dünyevi hırs ve tamahta gözü, gönlü kararmış yoksulun elindeki bir lokmanın erken davrananın elinde kalacağı anlayışıyla hareket eden bir tüccar sınıfı beldemizde köyümüzde kentimizde. Her geçen gün ticari ahlakını kaybeden, yalanı en büyük sermayesi kılmış, helal haram demeden dünyalık hırsıyla yanıp tutuşan bir kisveye bürünmekteler günden güne. Allah korkusunun dilden kalbe inmediği, kuldan utanmanın ise müşteri kaybetme kaygısıyla canlı tutunmaya çalışıldığı dönemleri esnafımız.
Halimizde meyve pazarımızda malın semizini, gösterişlisini tezgahın önüne dizip, arkasına çürük çarık kalburaltı ürünü istifleyen, bunun da helal kazanç olduğuna kendine inandırmış, yaptığı bu zulme cılız da olsa tepki gösterene tehditler savuran müsveddeler artık esnafımız Yaptığı işi nasıl baştan savarım nasıl göz boyayarak sanatımı pazarlarım derdinde zanaatkarımız. En hayırsever, en kıymetlimiz dediğimiz yardım sahipleri dahi yaptığı hayır hizmetini vergiden düşürüyor artık. Vergiden düşürüyor düşürmesine ama daha yaptıracağı okulun çeşmenin sağlık kurumunun temelini atmadan altın varaklı kitabeler hazırlatıp en baş köşeye ismini kazıtıyor gösteriş budalasına dönüşmüş hayırseverlerimiz. Hayrı bile şeytana maskara olmaktan öte gitmeyen bu ticaret erbabımızı görünce; yaptıkları hiçbir hayır müessesesinde ismini andırmayan, yalnızca dönemin arşiv kayıtlarından kendilerinden ve yaptıkları hayırdan haberdar olduğumuz bir elin verdiğini öbür el görmesin düsturuyla hayır tasaddukunda bulunan ahilerimizi hasretle anıyor, dönemlerine olan özlemimizi iç çekerek yad ediyoruz.
Ticaret erbabımızın içinde bulunduğu ahlaki çöküntüden söz ederken cennet mekan Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin bir kıssası geliyor akıllara:
İstanbul henüz fethedilmemiştir. Fatih toplumun aynası durumunda olan esnafın ahlakını tartmak için tebdili kıyafet (kıyafet değiştirerek) Başkent Edirne esnafından alışveriş yapar. Sabahın ilk saatleridir. Uğradığı ilk esnaftan birkaç çeşit ürün ister. Esnaf istediği şeylerden birini verir, diğerini vermek istemez. Sultan neden diğer istediklerimi vermezsin diye sual edince esnaf efendim ben sayenizde günün ilk satışını yaptım. Yanımdaki esnaf kardeşim henüz siftah yapmadı onu da oradan alınız der. Fatih oradan aldığı erzakla yan taraftaki esnafa geçer. O da Fatihin istediklerinden birini verdikten sonra aynı şekilde diğer alacağını yan komşusundan alması için Fatih'i yolcu eder. Her gittiği esnafta aynı civanmertlikle karşılaşan Fatih tüccarım da bu ahlak olduğu sürece değil İstanbul dünyayı Feth için yola çıkmaktan korkmam Biiznillah diyerek gönlündeki kaza ruhunu perçinlemiştir. Bu menkıbenin ardından şu soru geliyor akıllara. Acaba Fatih Mehmet Han Hazretleri günümüzde yaşasaydı ve insanımızın, tacirimizin şu halini görseydi İstanbul yine küffar Elinde Olsaydı böyle bir toplumla o İstanbul'u fethedecek cesareti olabilir miydi acaba?
Bu soru karşısında boynumuzu yere eğip utançla yaşadığımız toplumu seyretmekten başka cevap cevap bulamıyor insan. Hakikat şu ki geçmişimizde olduğu gibi maneviyatı güçlü, takva ve tevazu ehli, milletini nefsinden aziz gören, ben değil biz duygusuyla işine sarılan tüccar, tacir, zanaat ehli çıkarmadığımız müddetçe eski azametli günlere dönmek bir yana tarihin çöplüğünde yok olup gitmiş yüzlerce kavim gibi yok olmaya müstehak olacağız endişeni taşıyor insan. Belki bu gidişle öylesine azgınlaşacağız ki bizi lut kavmi semûd kavmi gibi hatırlayan topluluklar olacak vesselam. Cenabı haktan bizi böylesine zelil durumlara düşmekten muhafaza eylemesin niyaz eder, sözlerime son vermeden öncede şehrimizde medfun olan hem Ahi şeyhi, hem Emir olarak görev yapmış kabri hala öğretmenevi karşısında ziyaretçilerini bekleyen merhum Ahi Emir Ahmet Hazretleri ve onun vesilesi ile bu topraklara kendini adamış, ismi unutulmuş binlerce Ahirimiz adına bir Fatihayı sizlerden istirham ediyorum.
Sağlıcakla kalın…
Peki çocuğumuzdan tutun da gencimize, yaşlımıza varıncaya kadar zihin dünyamızı esir alan; bizi dilediği gibi yaşamaya yönelten, fikrimizi, zikrimizi dünya görüşümüzü sorgulayıp parmaklıklar ardına mahkum eden güç kim. Kim düşüncelerimizi esareti altına aldıktan sonra oyun hamuru misali bizi şekillendiren
Bu noktada karşımıza çıkan hakikat paranın sahipleri yani paranın gücü oluyor. Ellerindeki maddi gücü dünya görüşleri adına kullanarak basın'la, medyayla, modayla, müzikle sözde sanat ve sanatçı kisvesi altında her türlü rezaleti aynileştirme propagandası yapan beslemeleri ile görünmez bir el hayatımıza yön vermekte olan. Bu beyin yıkama sürecinden geçen bizler kuklacının oynattığı kuklalar misali bir ömür tüketiyoruz.
Selçuklu döneminden başlayarak devletin Anadolu'da kök salmasına maddi ve manevi tüm katkıyı sunmuş, Osmanlı'nın kuruluşunda devletin akli melekesi olmuş bir teşkilat. Ahi şeyhlerinin himmetinde esnaf ve zanaat erbabını ilahi rızayı, salih niyeti, elde varken şükrü, yoklukta sabrı ilahi rıza ve helal rızkı gaye bilen, cimriliği acziyet, yardıma muhtaç olana el uzatmayı düstur edinmiş, halka hizmeti Hakk'a hizmet görmüş, dünyevi lezzet kapısını halk için kapamayı marifet bilmiş kimselerdi onlar. Ahiler bulundukları beldelerden başlayarak kasaba, şehir hatta İslam sınırları dışındaki coğrafyalarda tacir sıfatıyla Müslüman Türk kimliğini vakarıyla temsil etmişlerdi. Onlar Ahiliğin akidesini fütüvvetname olarak bilinen İslam'ın temel prensipleri üzerine kurulu 24 kuralı barındıran program halinde tatbik etmişlerdir.
Fütüvvetname bir taraftan meslek ahlakının şartlarını ortaya koyarken, diğer taraftan aziz bir insan olmanın erdemlerini sıralamış eşsiz bir uhrevi bildiridir. Ahiler toplumsal her alanda varlığını hissettirerek halkın derdine merhem olma noktasında özveriyle çaba sarf etmişler, savaş anında ordunun ihtiyaçlarının giderilmesi için devletine destek olurken Cihat meydanında ise Fütüvvet yani Fetih ruhuyla en ön safta yalın kılıç mücadele etmekten geri durmamışlardır. Eğer gaza muzafferiyetle sonuçlanmadı ise kaybedilen topraklardan Anadolu içlerine hicret eden göçgünlere yer yurt bulmuş, aş vermiş, yardımına koşmuşlardır.
Doğal afetlerde muhtaca el uzatmış, yaralarını sarmayı görev bilmişler; toplumun İrfan, ahlak damarlarını canını tutmak için eğitim faaliyetlerine katkı sunmuş ilim talebelerine destek olmuşlardır. Mahallelerinde beldelerinde asayiş problemi varsa adli merciilerden önce sıkıntının bertaraf edilmesi için maddi ve manevi varlıklarıyla hizmet etmişlerdir. Ticaret ve sanatın küffar eline geçip günümüzde olduğu gibi ülkenin bezirgan pazarına dönmesini önlemek için; kendi vatanında parya durumuna düşürülmemesi için varlıklarını ortaya koymuşlardır.
Ne var ki her başlangıcın bir sonu olduğu gibi Ahilik teşkilatının da 17 yüzyılla beraber sonu gelmiş teşkilat içinde bozulmalar baş göstermiştir. (Not: Bu durumun en önemli sebebi İkinci Beyazıt döneminde İspanya'dan Osmanlı topraklarına getirilen 300.000 Yahudinin türlü dümenlerle ticareti ele geçirmeleri ,Ahilik teşkilatına gizliden gizliye el atmalarıdır ) Teşkilattaki bu bozulmalarla birlikte ticaret ve zanaat gayrimüslim tebanın, yahudinin önderliğinde rumun, ermeni'nin eline geçmiş ;asıl yıkım Osmanlı coğrafyasında bundan sonraki süreçte gözlenmiştir . Savaşta kaybedilen toprağın telafisi mümkün olabilirdi ancak ahilikteki bozulmayla Osmanlı'nın akli melekesi zehirlenmiştir Ahilik teşkilatının gücünü kaybetmesi ile Avrupa'daki sanayi devrimi Osmanlı coğrafyasında harekete geçirilememiş, sanayi ve ticaretimiz yahudi, ermeni rum tüccarların insafına terk edilmiş, ülke ithalat merkezi konumuna getirilerek sömürülmüştür. Bu yıkımın acılarını 17 Yüzyıldan bu yana ne yazık ki hala hissetmekteyiz.
Bundan yaklaşık 8 yıl öncesinde Maliye Bakanının sözü ekonomide içinde bulunduğumuz durumun vahametini özetlemektedir. Bakan Anadolu sermayesi olarak tarif edilen iş adamları ile yaptığı bir toplantıda kobi'lere onca desteğimize rağmen TÜSİAD'ın hala %5'i büyüklüğüne ulaşamadınız diyerek sitemde bulunuyordu. Bizler 300-500 işçi çalıştıran sanayicimizi fabrikatör diye yere göre sığdıramazken paranın asıl sahipleri olan karşısında çöldeki kum tanesi olamadığımızı ortaya koyuyordu. Bu sebepledir ki ülke ne zaman kendini toparlama, özüne dönme noktasında bir irade gösterse, ekonomik buhranlar, sosyal kaoslar içinde buluyoruz kendimizi. Bir ülkenin tüm gücü 580 üyenin oluşturduğu bir topluluğun yüzde 5 i olamıyor. İşte o güç sahipleri medyasıyla, toplumsal dinamikleriyle en acılı dönemlerimizde daha bir kanırtıyor yaralarımızı. Yokluktan nefes alamaz hale gelmiş vatandaşın ümüğünü daha bir şiddetle sıkıyor paranın asıl patronları. Hal böyleyken bizim dediğimiz, yerli dediğimiz tüccarımız esnafımız, sanatkarımızın durumu nedir peki? Devrin, dönemin getirdiği sömürgeci anlayışa inat, işini hakkıyla yapan, vicdanını çöpe atmamış, haktan ayrılmadan ticaretine hile hurda karıştırmayan eli değil ayağı öpülesi tüccar ve esnafımızı tenzih ederek şu hakikati ortaya koymak istiyorum.
Maalesef içinden geçtiğimiz şu ekonomik kriz döneminde bizim dediğimiz birçok ticaret erbabının da sele kapılmış taşlar misali düzene ayak uydurarak vicdanını, insafını yitirme noktasında diğerlerinden farkı kalmadığına şahit oluyoruz. Birini bin yapmak için fırsatçılığı en doğal hakkı kabul eden, dünyevi hırs ve tamahta gözü, gönlü kararmış yoksulun elindeki bir lokmanın erken davrananın elinde kalacağı anlayışıyla hareket eden bir tüccar sınıfı beldemizde köyümüzde kentimizde. Her geçen gün ticari ahlakını kaybeden, yalanı en büyük sermayesi kılmış, helal haram demeden dünyalık hırsıyla yanıp tutuşan bir kisveye bürünmekteler günden güne. Allah korkusunun dilden kalbe inmediği, kuldan utanmanın ise müşteri kaybetme kaygısıyla canlı tutunmaya çalışıldığı dönemleri esnafımız.
Halimizde meyve pazarımızda malın semizini, gösterişlisini tezgahın önüne dizip, arkasına çürük çarık kalburaltı ürünü istifleyen, bunun da helal kazanç olduğuna kendine inandırmış, yaptığı bu zulme cılız da olsa tepki gösterene tehditler savuran müsveddeler artık esnafımız Yaptığı işi nasıl baştan savarım nasıl göz boyayarak sanatımı pazarlarım derdinde zanaatkarımız. En hayırsever, en kıymetlimiz dediğimiz yardım sahipleri dahi yaptığı hayır hizmetini vergiden düşürüyor artık. Vergiden düşürüyor düşürmesine ama daha yaptıracağı okulun çeşmenin sağlık kurumunun temelini atmadan altın varaklı kitabeler hazırlatıp en baş köşeye ismini kazıtıyor gösteriş budalasına dönüşmüş hayırseverlerimiz. Hayrı bile şeytana maskara olmaktan öte gitmeyen bu ticaret erbabımızı görünce; yaptıkları hiçbir hayır müessesesinde ismini andırmayan, yalnızca dönemin arşiv kayıtlarından kendilerinden ve yaptıkları hayırdan haberdar olduğumuz bir elin verdiğini öbür el görmesin düsturuyla hayır tasaddukunda bulunan ahilerimizi hasretle anıyor, dönemlerine olan özlemimizi iç çekerek yad ediyoruz.
Ticaret erbabımızın içinde bulunduğu ahlaki çöküntüden söz ederken cennet mekan Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin bir kıssası geliyor akıllara:
İstanbul henüz fethedilmemiştir. Fatih toplumun aynası durumunda olan esnafın ahlakını tartmak için tebdili kıyafet (kıyafet değiştirerek) Başkent Edirne esnafından alışveriş yapar. Sabahın ilk saatleridir. Uğradığı ilk esnaftan birkaç çeşit ürün ister. Esnaf istediği şeylerden birini verir, diğerini vermek istemez. Sultan neden diğer istediklerimi vermezsin diye sual edince esnaf efendim ben sayenizde günün ilk satışını yaptım. Yanımdaki esnaf kardeşim henüz siftah yapmadı onu da oradan alınız der. Fatih oradan aldığı erzakla yan taraftaki esnafa geçer. O da Fatihin istediklerinden birini verdikten sonra aynı şekilde diğer alacağını yan komşusundan alması için Fatih'i yolcu eder. Her gittiği esnafta aynı civanmertlikle karşılaşan Fatih tüccarım da bu ahlak olduğu sürece değil İstanbul dünyayı Feth için yola çıkmaktan korkmam Biiznillah diyerek gönlündeki kaza ruhunu perçinlemiştir. Bu menkıbenin ardından şu soru geliyor akıllara. Acaba Fatih Mehmet Han Hazretleri günümüzde yaşasaydı ve insanımızın, tacirimizin şu halini görseydi İstanbul yine küffar Elinde Olsaydı böyle bir toplumla o İstanbul'u fethedecek cesareti olabilir miydi acaba?
Bu soru karşısında boynumuzu yere eğip utançla yaşadığımız toplumu seyretmekten başka cevap cevap bulamıyor insan. Hakikat şu ki geçmişimizde olduğu gibi maneviyatı güçlü, takva ve tevazu ehli, milletini nefsinden aziz gören, ben değil biz duygusuyla işine sarılan tüccar, tacir, zanaat ehli çıkarmadığımız müddetçe eski azametli günlere dönmek bir yana tarihin çöplüğünde yok olup gitmiş yüzlerce kavim gibi yok olmaya müstehak olacağız endişeni taşıyor insan. Belki bu gidişle öylesine azgınlaşacağız ki bizi lut kavmi semûd kavmi gibi hatırlayan topluluklar olacak vesselam. Cenabı haktan bizi böylesine zelil durumlara düşmekten muhafaza eylemesin niyaz eder, sözlerime son vermeden öncede şehrimizde medfun olan hem Ahi şeyhi, hem Emir olarak görev yapmış kabri hala öğretmenevi karşısında ziyaretçilerini bekleyen merhum Ahi Emir Ahmet Hazretleri ve onun vesilesi ile bu topraklara kendini adamış, ismi unutulmuş binlerce Ahirimiz adına bir Fatihayı sizlerden istirham ediyorum.
Sağlıcakla kalın…