Osmanlı tarihinde “Koçgun devri denen 1603-1607 yıllarına bir göz atalım. Şah Abbas'ın 1578-1590 Osmanlı-Safevî Savaşı'nda kaybedilen yerleri geri almaya yönelik seferlerinin tamamı Safevi ordusunun başarısıyla sonuçlanmış; 1603 yılında başta Nihavend ve Tebriz olmak üzere tüm Batı İran, 1604 yılında ise başta Erivan ve Tiflis olmak üzere tüm Ermenistan ve Doğu Gürcistan yeniden Safevî Devleti'nin egemenliğine girmişti.
1605 yılında karşı saldırıya geçen osmanlı ordusunun Urmiye Muharebesi'nde büyük bir yenilgiye uğratılmasının ardından Şah Abbas 1606 yılında Azerbaycan'a yönelmişti. Aynı yıl Gence'yi kuşatarak aldı. Bir taraftan Osmanlılarla barış müzakereleri yürütürken bir yandan da Azerbaycan'ın zaptını tamamlayarak avantajlı bir konuma geçmek istedi.
1606 yılında Deli Ferhat Paşa komutasında İran'a gönderilen Osmanlı ordusu komuta zaafiyeti ve disiplinsizlikler sonucu Konya'da dağılmıştı. Yeni komutan Sadrazam Kuyucu Murat Paşa ise İran'ın üzerine sefer açmadan önce Anadolu'da ve Suriye'de devlet otoritesini yok etmiş olan Celali isyanlarını bastırmaya karar vermişti.
Anadolu’nun her köşesinde taş kesilme efsaneleri vardır. İnsanlara, düğün alaylarına, develere veya başka şeylere benzeyen kayalar görülür ve bunlarla ilgili efsaneler anlatılır.
Onlardan biri Kayseri'nin Develi İlçesi’nde, yaygın olarak anlatılan Ağ gelin(Ak gelin) efsanesidir. Efsanelerimizdeki taş kesilme motifinin güzel bir örneğidir.
Ağ gelin efsanesinin geçmişi 1600’lü yılların başına kadar gitmekte. Bir yanda Osmanlı Safevi savaaşları, bir yanda Kargaşa yaşayan Anadolu’da Kuyucu Murat katliamları, Celali isyanları. Can ve mal güveninin olmadığı anarşi, eşkıyanın ovalara, dağlara hakim olduğu yıllardır.
Anlatırlar ki, 1603’de Tavil Mehmet ve Han Mehmet adındaki eşkıyalar Kayseri ve çevresinde türlü kötülükler yapmaktadır. Ağ gelin efsanesi de bu günlerin izlerini taşımakta.
Gelelim Ağ Gelin’in hikâyesine:
Develi'den bir Türkmen obası, Erciyes'in güney eteklerinde bir yaylaya çıkar. Bu obada, ahlaki ve fiziki güzelliğinden dolayı Ağ (Ak) Gelin adı verilen bir gelin vardır.
Kocası ve iki çocuğu ile beraber mutlu yaşarlarken, kocası gurbete çalışmaya gitmiştir. Develi çevresinde yaşayan bir eşkıya, güzelliği ile şöhret bulan Ak Gelin'e göz koymuştur. Sahipsizliğini de anlayınca, bir gece obayı basarak kaçırmak ister.
Namus timsali Ak Gelin, olayı anlar; gece karanlığında iki çocuğunu ve küçük sandığını yanına alarak, karışıklıktan da faydalanarak gizlice Erciyes'e doğru kaçar.
Erciyes'in ortalarında öyle bir yere gelir ki, ilerisi uçurum gidilmez. Geriye dönse eşkıya... Gözyaşları ve çaresizlik içerisinde ellerini açar ve Allah'a yalvarır: 'Allah'ım! Beni ve çocuklarımı ya taş et, ya da kuş.'
Duası, kabul edilir. Güneş doğunca oba sakinleri ve eşkıya; Ak Gelin, iki çocuğu ve çeyiz sandığının hayretle ve şaşkınlıkla taş kesildiğini görürler.
Günler sonra obaya dönen kocası olayı annesinden öğrenir. Atına atladığı gibi ailesinin taş kesildiği yere gider. Tam bu sırada uzaklardan bir ses duyar:
'Yiğidim namusunu bir eşkıyaya çiğnetmedim. O eşkıyadan ahımı koma.' Bu ses Ak Gelin'in sesidir. Delikanlı taş kesilen ailesine bakarak: 'Alırım ahını, koymam Ak Gelin!' diye haykırır."
Orada öyle bir uzun havayı havalandırır ki, dinleyenler göz yaşlarını tutamazlar. Günümüze kadar Anadolu’nun pek çok yöresinde söylenir, hikayenin varyantları oluşturulur ve yurdun pek çok yerinde sahiplenilir.
“Ağ gelin de indim ola yayladan Ağ gelin
Kaşı değil gözü beni ağlatan Ağ gelin
Bu güzellik sana kadir Mevlâ'dan Ağ gelin