İnanma, insanın yaratılışında var olan tabii bir duygudur. Ancak bu duygunun bazen doğru bilgilerle tatmin edildiği, bazen de çarpıtıldığı görülür. Erken yaşlardan itibaren ilâhî kaynaklı mesajları doğru bir şekilde algılayan insanların inanma duygusu sağlıklı bir şekilde geliştiği halde, bu mesajlardan uzak kalanlar taşlara, putlara, hayvanlara, tabiat güçlerine, atalarının ruhlarına, otoriter siyasetçilere ve benzeri şeylere tapınarak kulluk etme ihtiyacını karşılamaya çalışır. Bu nedenle fıtrattaki inanma duygusunu, sağlıklı bir din eğitimiyle geliştirmek önemli bir ihtiyaçtır.
Günümüzde çocuklarımız televizyon, gazete, internet, okul arkadaşları, anne-baba ve kardeşler gibi çok değişik unsurların etkisi altında bir bocalama dönemi geçirmektedir. Doğru ile yanlışın, helal ile haramın, güzel ile çirkinin birbirine karıştığı bu dönemde nesillere sağlıklı bir din eğitimi vermek, başta ana-babaların ve eğitimcilerin görevidir.
Fıtratın din ve din eğitimi ile ilişkisinden bahsetmeden önce dinin ne anlama geldiğini kısaca açıklamak gerekir. İlâhiyatçılar, filozoflar ve sosyal bilimciler dini farklı şekillerde tanımlamıştır. Tanımlardaki farklılık, dinin çok yönlü bir özelliğe sahip olmasından ve tanımı yapanın kendi bakış açısını esas almasından kaynaklanmaktadır. Yani bireysel ve sosyal hayatta dine karşı sergilenen duruş, dini anlama ve tanımlama biçiminde son derece etkili olmaktadır.
Kısaca ‘kutsalla kurulan ilişki’ şeklinde tanımlanan din, kutsal varlıkla olan ilişkinin çerçevesi inançlardan, öğretilerden, davranış kurallarından, ibadetlerden, ahlak ve değer yargılarından oluşmaktadır. İslâm âlimleri dini Kur’an âyetleri ışığında şu şekilde tanımlamışlardır: “Din, Allah tarafından peygamberler aracılığıyla gönderilen, insanları akıllarını, irade ve isteklerini kullanarak her konuda hayır olan şeylere sevk eden ve böylece onların dünya ve âhiret saadetine ulaşmalarını sağlayan ilâhî esaslar bütünüdür.”
Kaynağı ilâhî olsun veya olmasın, insanoğlu her devirde insanlar mutlaka bir dine inanmıştır. Bu inancın yeni nesillere öğretilmesi ihtiyacından doğan din eğitimi, dinî bilgilerin, beden, zihin ve duygu gelişimleri dikkate alınarak bireylere aktırılması ve onlarda dinî bilinçlenmenin sağlanması sürecidir. Bu süreçte bireyler din konusunda bilgilendikleri gibi, dince istenen davranışları benimseyerek yerine getirebilme, dince istenmeyen davranışlar karşısında da nefsinin arzularını frenleyebilme yeteneği kazanmaktadırlar. Müslümanlık açısından düşündüğümüzde: inanç, ibadet, ahlâk ve sosyal ilişkiler alanına yönelik bilgileri; helâl, haram, farz, vacip ve sünnet gibi konuları, toplum bireyleri din eğitimi yoluyla öğrenmektedir.
Kelime olarak yaratılış anlamına gelen fıtrat, insanın doğru ile yanlışı, gerçek ile sahteyi ayırmasına, Allah’ın varlığını ve birliğini kavrayabilmesine imkân veren sezgisel yeteneği ifade eder. Fıtratı, yaratılıştan itibaren ortak bir özellik olarak insanların tabiatında bulunan Allah’ı tanıma eğilimi, ruh temizliği, olumlu yeteneklere yatkınlık, duygu, düşünce ve istekleri doğru yönde geliştirebilme kapasitesi şeklinde anlamak da mümkündür.
Din duygusu, yani kutsal bir varlığa inanma ihtiyacı doğuştandır. Dinî bir kabiliyete sahip olarak dünyaya gelen insan, potansiyel olarak ilâhî bir özelliğe sahiptir. Allah Teâlâ insanı yaratırken inanma yeteneğini ve kulluk edebilme kabiliyetini onun zihnine işlemiştir.
Allah’ın Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e kadar görevlendirdiği bütün peygamberlerin tebliğ ettiği hak dinlerin ortak adı, fıtrat dini olan İslâm’dır. Tarih boyunca değişik adlarla anılan diğer ilâhî dinlerin gönderilmesinin temel nedeni, Allah’ın, fıtrattan uzaklaşan ve beşerî zaaflar yüzünden fikrî yozlaşmaya uğrayan insanlığı tevhit çizgisine çekmek istemesidir. Bu hususla ilgili olarak Kurân-ı Kerim’de şöyle buyrulmaktadır:
“Sen yüzünü gerçek olan dine, Allah’ın insanları üzerinde yarattığı fıtratına çevir. Allah’ın yarattığını (fıtratı) degiştirmek mümkün değildir. Dosdoğru din işte budur.” (Rum/30)
Fıtrat, temelden değiştirilemese de, farklı gelişmelere ve içerisinde yaşanılan çevreye göre yönlendirilmeye müsait bir esnekliğe sahiptir. Hz. Peygamber’in şu hadisi de bu gerçeğe işaret etmektedir:
“Her doğan fıtrat üzere doğar, sonra ana-babası onu yahudi, hıristiyan ve mecûsi yapar.” (Müslim, Kader 6)
Görüldüğü gibi, çocuk her ne kadar anasından tam bir dindar olarak doğmasa da, o, dinî bakımdan tamamen boş da değildir. Zira çocuk, potansiyel olarak büyük bir dinî hazırlık kapasitesine sahiptir. Onun yaratılışı, iyiye olduğu kadar kötüye de yönelebilecek bir özellik taşımaktadır. Ancak, fıtrattaki din duygusu, kendiliğinden ve otomatik olarak uyanıp gelişmediği için, insan ilk yaşlardan itibaren eğitime muhtaçtır. Başlangıçta ana-baba ve sosyal çevreden alınan eğitimle gelişip şekillenen din duygusu, bireyin çeşitli olumsuz etkenlerle karşılaşması yüzünden asıl hedefinden sapabilir.
Din eğitimi, yetişmekte olan çocuklarımızı bilgilendirerek onların dinî ihtiyaçlarına, sorularına ve beklentilerine doğru cevaplar vermeyi; hurafe ve batıl inançlardan uzak bir din anlayışını onlara kazandırmayı hedeflemektedir. Çocuklarımız, dinimizin önemsediği adalet, doğruluk, ibadet, sevgi, saygı, hoşgörü ve yardımlaşma gibi erdemleri, ahlâkî olgunluk ve sorumluluk bilincini öncelikle din eğitimi yoluyla öğreneceklerdir. Çocukluğunu bu değerlerden yoksun geçiren bir kişinin bu değerleri yaşantısına yansıtması çok zordur.
Çocuğa verilecek ilk dini bilgi ve düşünceler, taş üzerine kazılan yazı gibi kalıcıdır. Ancak öğretilen dini bilgilerin çocuğun fiziksel ve duygusal gelişimine uygun olması gerekir. Bilgilerin işlenmesinde çocuğun yetenekleri keşfedilmeli, konular kolaydan zora doğru sevgiyi esas alan bir yaklaşımla öğretilmeli, belirlenen hedefler ulaşılabilir olmalıdır.
Prof. Dr. Hüseyin YILMAZ
C.Ü. İlahiyat Fakültesi/Sivas
KÖŞE YAZILARI
Yayınlanma: 13 Ekim 2023 - 12:05
ÇOCUK, FITRAT, DİN VE DİN EĞİTİMİ
İnanma, insanın yaratılışında var olan tabii bir duygudur
KÖŞE YAZILARI
13 Ekim 2023 - 12:05