BEYAZ TÜRKÇE'NİN BÜYÜK ŞAİRİ

Bazıları şiiri, “Bir dilin musikisi” diye tarif ederler. Şiire bir kelime mimarisi olarak bakanlar da var. Şiir, bir dilin musikisi ise, dilimizin musikisini bize en iyi duyuran şairlerimizden biri de Yahya Kemal Beyatlı’dır. Şiir bir kelimeler mimarisi ise, kelimeleri çok büyük bir titizlikle seçen şairlerin başında Yahya Kemal Beyatlı duruyor. Onun, bir şiir üzerinde 10 yıl, 15 yıl çalıştığını biliyoruz. Birtakım kelimeleri, 10 15 dakika içinde, pastırma doğrar gibi alt alta sıralayıp, sözüm ona şiir yazdıklarını sananlarla, bir şiirin, bazen bir mısraı, bazen bir kelimesi üzerinde 10-15 yıl düşünen Yahya Kemal arasındaki büyük farkı anlatmak imkansızdır. Yahya Kemal, “Türkçe ağzımızda ana sütü gibi güzel olmalı!” diyordu. Türkçeyi şiirlerinde bir anne sütü gibi helal ve güzel kullanıyordu. 20. asır Türk şiirinin en büyük klasiği Yahya kemal'dir.

“Rindlerin Ölümü” isimli şiirinin son kıtası ilk haliyle şöyle idi:

Ölüm, asude bahar ülkesidir bir rinde

Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter

Ve siyah serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

 

Yahya Kemal üçüncü mısradaki “siyah” kelimesine ısınamadı. “Siyah Serviler” ifadesi gönlüne yatmadı. Yıllarca “siyah” kelimesi yerine daha uygun, daha güzel, daha musikili bir kelime aradı ve nihayet 10 yıl kadar sonra bir arkadaş ziyaretine giderken, “serin” kelimesini buldu. Şiirin son beytini şöyle değiştirdi:

Ve serin serviler altında kalan kabrinde

Her seher bir gül açar, her gece bir bülbül öter.

 

Yahya Kemal Fransa'da üniversitede okurken hocalarından biri, Tarih Profesörü Alber Sorel, “Bin yıllık Fransa toprağı, Fransız milletini meydana getirmiştir!” demişti. Bu ifade onu çok etkilenmişti.

Yahya Kemal de bin yıllık Türk tarihi ve Anadolu toprağı üzerinde düşünmeye başlamıştı. Gerçi Türk tarihinin yaşı bin yıl değildi. Üçbin yıldan beşbin yıldan önceleri uzanıyordu ama Yahya Kemal öncelikle bin yıllık tarihimiz, bin yıllık Türkçemiz, bin yıllık vatanımız üzerinde duruyordu. Dilimizin bin yıllık zenginliğiyle düşünüyor ve yazıyordu. O, “kökü mazide olan ati” idi. Köksüz, mazisiz bir milletin, bir dilin yaşayacağına inanmıyordu. Nesirlerinde ve şiirlerinde İstanbul Türkçesini esas alıyordu. Bu bakımdan onun duru, zengin, renkli Türkçesine “Beyaz Türkçe” diyenler vardı. İstanbul sevgisi onu şiirlerinde beyaz papatyalar gibi açılıyordu.

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul

Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer

Ömrüm oldukça, gönül tahtına keyfince kurul

Sade bir semtini sevmek bile, bir ömre değer

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan

Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

 

İstanbul'da ve yurdun her köşesinde ölenler, toprağa düşenler için yazdığı “Sessiz Gemi” isimli şiir ne kadar güzeldir. Kefenden, tabuttan, mezardan, teneşirden bahsetmeden, ölümü bir kadife kumaş yumuşaklığıyla ve beyaz bir Türkçe ile bize Yahya Kemal anlattı:

Artık demir almak günü gelmişse zamandan

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

 

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

 

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli,

 

Biçare gönüller! Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu.

 

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

 

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden.


Beyaz Türkçe’nin bu büyük şairini çocuklarımıza okutmalı ve çok sevdirmeliyiz.

(Sözün Doğrusu kitabından)