İlk izlediğim veya başka bir deyimle takip ettiğim UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası, 1988 yılında Almanya’nın ev sahipliği yaptığı şampiyonaydı.
Türk milli takımının olmamasına rağmen insanların sanki kendi ülkeleri oynuyorcasına sevinmeleri ve üzülmelerine çok şaşırıyordum.
Bir diğer güzel ve unutamayacağım anıda maçların tek kanallı TRT ekranlarından yayınlanıyor olmasıydı.
Hatta renkli televizyonlarda çoğunlukta olmadığından, takımların formaları ona göre belirleniyor, birisi koyu renkli forma tercih ederken bir diğeri açık renkli forma tercih ediyordu.
İnsanların, kendi ülkeleri olmasa da başka ülkelerin futbol takımlarını destekleyebiliyor olmalarını da garip karşılamıştım.
Evet, belki de ilk defa o gün futbolun ülkelerden değil, duygulardan beslenen apayrı bir dili olduğunu anlamıştım.
Hollanda kazanmıştı, ilk takip ettiğim Avrupa Şampiyonasını...
Benimkisi bir aşk hikâyesiydi.
Nedendir bilmiyorum, dağılıncaya kadar her büyük organizasyonda Sovyetler Birliği'ni desteklemiştim.
Öyle ideolojik bir sebebi de yoktu ama formalarını çok seviyordum.
Turnuvada futbolun beşiği İngiltere sıfır çekerken, Hollanda'nın maçlarını takip ediyordum. Marco van Basten adında bir forvetleri vardı.
O Hollanda yarı finalde Batı Almanya'yı geçtiğinde, evimize bir karanlık çökmüştü; en azından benim için diyebilirim.
Gıcık olmuştum Hollanda’ya ben hangi takımı tutsam bir bir yeniyorlardı.
Finale geldiklerinde de benim asıl gönül verdiğim takımla Sovyetler Birliği ile oynayacaklardı.
Final maçında Marco van Basten asrın golüne imza atarken, bir hayran da Sivas’tan kazanmıştı. O çocuk, bendim.
Futbolu bıraktığı gün ise çok ama çok üzülmüştüm.
Artık, söylemeye gerek yoktu. 1992 Avrupa Futbol Şampiyonası'nda tarafım belliydi, Hollanda'daki bir golcü benim için futbolun anlamı demekti.
Penaltı atışlarına kalan yarı finalde Schmeichel'e takılınca kupa "plajlardan gelen" Danimarka'ya gitmişti.
Finali pekte isteksiz takip etmiştim zaten.
İlk heyecanımı ise 1996 yılında yaşamıştım. Tabi ki, 1996 Avrupa Futbol Şampiyonası şüphesiz hepimiz için bambaşkaydı.
Türkiye olarak, yıllardır ekranlardan takip ettiğimiz organizasyona katılma hakkını elde etmiştik.
Kuralar çekildikten sonra kafamdan maçları oynuyor, nedense bulunduğumuz gruptan çok rahat çıkıyorduk, bana göre...
Hiçte kafamda oynadığım gibi olmadı maçlar. Hırvatistan'a son dakikalarda yediğimiz golle boyun eğerken, arkadaşlarla uzun uzun Alpay'ı konuşuyorduk. Aslında hırçın olan bu stoperin yapmadığı bir faul yüzünden unutulmuyor olması bu maçın, futbolun cilvesi olsa gerek.
Gruptaki ikinci maçımızda da Portekiz’e tek golle mağlup olup üsttura çıkmak için iddiamızı kaybetmiştik.
Bari, bir gol atalım dediğimiz Danimarka maçından da fark yemiştik.
Geçmişten gelen bir duygusallık mıdır, bilmem; Yine de mutluydum, biz de Avrupa Futbol Şampiyonası’nda yer almıştık.
Çokta fazla uzatmak istemiyorum.
Hepinizin bildiği gibi Euro 2000'de önce puan almıştık, ardından galibiyetle tanışarak çeyrek finale kalmıştık.
Belçika karşısında gelen galibiyet, tüm ülke insanını sokağa dökmüştü.
Ayıptır söylemesi arkadaşlarımla beraber konvoya çıkmış, Atatürk Caddesi ve İstasyon caddesinde timsah yürüyüşü yapmıştık.
EURO 2008 ise, biz bitti demeden bitmez sloganının ortasına çıkmasını sağlamıştı.
Bizim maçları uzun uzun anlatmaya gerek yok. Birçoğunuz sanki dün gibi hatırlıyor olsa gerek.
Kısacası neden mi böyle bir yazı yazma ihtiyacı duydum bugün?
Bir hayalim daha gerçek olacak ve ülkemizde bir Avrupa Şampiyonası düzenlenecek.
EURO 2032 Türkiye ve İtalya'daki 5'er şehirde gerçekleştirilecek olması da ayrı bir heyecan uyandırdı bende.
Şimdiki hayalimde “kupada final, final de kupa” neden olmasın?
Belki bu çocuğun hayali gerçek olur.
Kim bilir...
KÖŞE YAZILARI
Yayınlanma: 12 Ekim 2023 - 10:31
AVRUPA ŞAMPİYONASI VE BEN...
İlk izlediğim veya başka bir deyimle takip ettiğim UEFA Avrupa Futbol Şampiyonası, 1988 yılında Almanya’nın ev sahipliği yaptığı şampiyonaydı
KÖŞE YAZILARI
12 Ekim 2023 - 10:31