Bir varmış bir yokmuş, Allah’ın kulu çokmuş. Az söylemesi sevap, çok söylemesi günahmış. Develer tellâl iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir yerde bir köy varmış. Bu köyde iki kardeş yaşarmış.
Gel zaman git zaman bu kardeşler evlenmişler. Büyük olanın beş oğlu, küçük olanın da beş kızı olmuş. Taş ufağı değil ya adam ufağı; bu çocuklar zaman geçtikçe büyümüşler.
Aradan bir zaman geçmiş, büyük kardeş zengin olmuş. Küçük kardeşin şansı pek yaver gitmemiş; o da fakir kalmış.
Büyük kardeş, ne zaman küçüğü yanına gelse;
-Hoş geldin kızlar babası, dermiş.
Küçük kardeş de buna çok üzülürmüş. Bu laf günlerce içinden çıkmaz, üzgün üzgün dolaşırmış. Allah’ın kendisine bir erkek evlât vermediğine üzülür dururmuş. Sade kendi üzülse iyi! Ailedeki herkes bu duruma üzülürmüş.
Adamın küçük kızı çok akıllıymış. Babasını sevindirmek için çareler arar dururmuş. Birgün aklına bir şey gelmiş. Doğruca babasının yanına gelmiş.
Ona;
-Babacığım, niye bu kadar düşünüyorsun? Niye canını sıkıyorsun, kendini heder ediyorsun. Benim aklıma birşey geldi. Git emmime söyle, onun küçük oğluyla ticarete çıkayım. Kim kârlı dönerse onun babası öğünsün, demiş.
Babası, kızın teklifini yerinde bulmuş; çünkü kızına çok güveniyormuş. Kızını öpmüş, okşamış, sonra da büyük kardeşinin yanına gitmiş. Kızının dediklerini söylemiş. Büyük kardeşi, hem oğluna hem de zenginliğine güvenerek kabul etmiş. Gün kararlaştırmış, ayrılmışlar.
Derken efendim, gün gelmiş, çatmış. Kız, yırtık pırtık bir torba bulmuş, içine azığını koymuş. Torbasını da değneğine takmış, emmisinin oğlunun yanına gelmiş. Haaa! Kızın, bir de Sır Fino adında köpeği varmış. Bu, kızdan başkasına görünmez, olmadık işleri yapar, kızla insan gibi konuşurmuş.
Oğlanlar babası ise, oğlunun cebine kızıl bir altın lira, sırtına da halı bir heybe vermiş.
Emmioğlu ile kız yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler… Gide gide bir gölün kenarına varmışlar. Orda biraz mola vermişler, azıklarını çıkarmış, yemişler. Oğlanın aklına kızıl lira gelmiş. Kıza poz satmak istemiş. Kızıl lirayı eline almış, “Hop!” aşağı, “Hop!” yukarı derken lirayı göle düşürmüş. Oğlan yana yakıla lirayı aramaya başlamış.
Kız;
-Emmioğlu, benim azığım bitti. Şurda bir köye varıp, iş arayacağım. Haydi hoşca kal, demiş.
Kız, böyle dedikten sonra oğlanın yanından ayrılmış, köye doğru yola çıkmış. Köye girmeden önce kılığını kıyafetini değiştirmiş; erkek kılığına girmiş. Köye gelince orda burada dolaşmaya gezmeye başlamış.
Derken bir demirciye gitmiş, iş istemiş:
-Anam babam öldü, ortada kaldım, hiç kimsem de yok! Bana bir iş ver, demiş.
Demirci buna acımış, yanına almış. Kız, kendini -Ali- diye tanıtmış. Adı olmuş Ali; Gel Ali, Git Ali…
Neyse bu burada epey çalışmış, para biriktirmiş. Meğer efendim, o ülkenin Padişah’ının bir oğlu varmış. Bu oğlan da demircinin yanına sık sık gelir, gidermiş.
Yine birgün demircinin yanına gelmiş. Bakmış ki, kız gibi bir oğlan var.
Demirciye;
-Bu senin çırağın mı?
Demirci de;
-Evet, yeni işe aldım, demiş.
Şehzade;
-Senin bu çırak hiç erkeğe benzemiyor, sakın erkek kılığına girmiş bir kız olmasın, demiş.
Demirci;
-Hayır Şehzadem, bu gariban bir erkek… Adı da Ali! Anası babası ölmüş, ortada kalmış. Yanıma geldi, iş istedi. Ben de acıdım, işe aldım. Ama aldığı parayı hak ediyor. Çok dürüst biri, demiş.
Fakat Şehzade buna inanmamış. Gel zaman git zaman Ali’yle arkadaşlık kurmuş. Ali’nin güzelliği Şehzade’yi büyülemiş. İstemeden de olsa Ali’ye âşık olmuş. Yemeden içmeden kesilmiş, gezen bir ölü haline gelmiş. Anası onun bu haline pek üzülmüş. Yanına çağırmış, derdini sormuş. O da anlatmış.
Anası;
-Oğlum, anlattığına göre Ali, erkek… Ona nasıl âşık olursun, demiş.
O zaman Şehzade;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Ana Ali kız! Ana Ali kız!..
Bunu duyan anası derin düşünceye dalmış.
Bir zaman sonra oğluna;
-Gözümün karası, ciğerimin yarası oğul! Ali’yi al, İnci Dağı’na götür! Eğer kız ise ordaki incilere sarılır. Yok eğer oğlansa kılıçlara, silâhlara sarılır. Böylece sen de kim olduğunu öğrenirsin, demiş.
Şehzade hemen atına atlamış, atı köye sürmüş.
…………………………
Biz haberi verelim Ali’den…
Hani kızın bir Sır Fino’su vardı ya… İşte o fino Şehzade’yle anası arasında geçen konuşmaları duymuş, kıza söylemiş.
Kıza demiş ki;
-Şehzade’yle beraber İnci Dağı’na gideceksiniz. Oraya gittiğin zaman ordaki kılıçlardan, kalkanlardan al! Sakın ha incilere elini uzatma! Ben sana öyle bir çarık yaparım ki, beğendiğin incilerin üstüne bastığın zaman o onları toplar, bir sürü incin olur.
Neyse uzatmayalım; Şehzade gelmiş, Ali’yi almış. Beraber İnci Dağı’na gitmişler. Kız, Sır Fino’nun dediklerini hatırlamış; incilere dönüp bakmamış bile… Ama beğendiği incilerin üstüne bastıkça sihirli çarık incileri toplamış.
Şehzade, Ali’nin kız olup olmadığını anlamak için;
-Ali bak, burada ne güzel inciler var. İstediğin kadar topla, hepsi senin olsun, demiş.
Ali de;
-Şehzade’m, Ben bir erkeğim. İncileri toplayım da ne yapayım? Onlar ancak kızlara yakışır. Bak bu tarafta ne güzel kılıçlar var. Bize bunlar yaraşır, demiş.
Ali’nin dedikleri Şehzade’yi hayâl kırıklığına uğratmış. Sanki gündüzü gece olmuş. Olup biteni anasına anlatmak için sabırsızlanıyormuş. Fakat belki işe yarar diye, Ali’nin dişlerinin arasına bir tane inci yerleştirmiş. Sonra da doğruca anasının yanına gitmiş, olanları anlatmış.
Anası;
-Oğlum, sen de gördün ki, Ali erkek… Eğer kız olsaydı incileri alırdı. İmkânı yok, hiç bir kız o incilerden almadan edemezdi. Hiç değilse birkaç tane alırdı, demiş.
Şehzade’nin umutları boşa çıkmış, gönlü yine perme-perişan olmuş. Günden güne zayıflamış.
Anasını ne zaman görse;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Ana Ali kız! Ana Ali kız!..
dermiş. Hanım sultan, oğlunun bu durumuna çok üzülmüş. Aklına bir çare daha gelmiş.
Şehzade’ye;
-Bak oğlum, Ali’yi bu sefer de güller bahçesine götür! Güllerden bir yatak yapın, üstüne yatın! Eğer Ali kız ise güller solar, erkekse solmaz. Sen de merakından kurtarırsın, demiş.
Şehzade bir kere daha umutlanmış. Ali’nin yanına gelmek için yola koyulmuş.
…………………………..
Biz gelelim Ali’ye…
İnci Dağı’ndan döndükten sonra, Sır Fino kızın çarığındaki incileri tek tek toplamış, çuvallara koymuş. Öyle çok inci varmış ki, bu çuvalları ancak bir deve kervanı taşıyabilirmiş.
Bu arada Sır Fino, Ali’ye sabahleyin Şehzade ile anası arasında geçen konuşmaları anlatmış.
Arkasından da Ali’ye;
-Beraber güller bahçesine gidin! Güllerden bir yatak yapın, yatın! Ben sana yattığın yerin yanındaki ırmaktan taze güller getiririm. Sen buruşan solan gülleri at, yerine benim getirdiğim taze gülleri koy! Üzerinde de birkaç kere yuvarlan! Sonra da Şehzade’yi uyandır, demiş.
Ertesi gün, Şehzade köye gelmiş. Ali’yi alıp güller bahçesine götürmüş. Önce bahçeyi gezdirmiş. Derken akşam olmuş. Kendilerine güllerden bir yatak yapmış, üzerine uzanmışlar. Sabaha kadar burada yatmışlar. Sabah olunca Ali uyanmış, bakmış ki, kendinin yattığı yerdeki güller solmuş. Hemen ırmağa bakmış. Irmağın yüzünde taze güllerin geldiğini görmüş. Taze gülleri toplamış, solan gülleri kaldırıp ırmağa atmış. Irmak bu gülleri almış, götürmüş. Bunların yerine Sır Fino’nun gönderdiği taze gülleri koymuş, yalandan üzerinde yuvarlanmış; bir sağa bir sola… Güller hafifçe ezilmiş, sanki üzerinde yatılmış gibi olmuş.
Kız, ondan sonra Şehzade’ye;
-Kalk Şehzadem, sabah oldu, demiş.
Şehzade, uyanır uyanmaz kızın yattığı yere bakmış. Bakmış ki, güller kendi yattığı yerdeki güllerden daha taze durmuyor mu? Yine içi yanmış, belli etmemiş. Bahçeyi biraz daha gezdikten sonra ayrılmışlar. Ali, demirci dükkânına, Şehzade de saraya dönmüş.
Ali, akşam olunca Sır Fino’yla dertleşmiş. Şehzade’ye âşık olduğunu; fakat babasına verdiği söz yüzünden köye döneceğini söylemiş. Köylerine dönmeye karar vermişler. Hemen hazırlıkları başlamışlar.
Ali;
-Bir de Şehzade’ye gidip; “Allahaısmarladık!” deyim, demiş.
Doğruca saraya gitmiş. Vedalaşmadan önce Şehzade Ali’ye birkaç deve yükü inci vermiş. Ali, tam ayrılacakları sırada Şehzade’nin ayakkabısına bir kâğıt koymuş.
Kağıtta şunlar yazılıymış:
Beyoğlu’nun beyliğine
Gül soktum terliğine
Kız geldim kız gidiyom
Vay senin erliğine
Neyse efendim… Ali köye dönmüş, demirciyle de vedalaşmış, Sır Fino ile kendi köylerine doğru yola çıkmışlar.
Sır Fino, Ali’ye;
-Ali, sen yırtık torbanı al, tek başına dön! Ben de senin arkandan inci yüklü develerle gelirim, demiş.
Ali, kılık kıyafetini değişmiş, eski elbiselerini giymiş. Azık torbasını da değneğinin ucuna takmış, yola düşmüş. Gide gide gölün kenarına gelmiş. Bakmış ki, emmioğlu hâlâ gölü karıştırıyor. O, gölde kızıl lirasını ararken gölden çıkan yılanlar oğlanın halı heybesine dolmuş. Kız, bunları görmüş; fakat hiç ses çıkarmamış.
Emmioğluna;
-Boş ver be emmioğlu! Ben de bir şey kazanamadım. Artık köyümüze dönelim. Hiç kız çocuğuna iş verirler mi? Köye dönünce, beni kız başıma gurbete gönderen anamın babamın burnundun getireceğim, demiş.
Oğlan, kızın sözlerine kanmış. Lirayı aramaktan vazgeçmiş, beraber yola düşmüşler. Kızla oğlan önde, Sır Fino da inci yüklü develerle arkadan geliyormuş.
Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, derken köylerine varmışlar.
Bunlar daha köye dönmeden, köylüler geleceklerini haber almışlar. Bunları davul zurnayla karşılamışlar. Kızla oğlan meydanın orta yerinde durmuşlar. Oğlan kârını göstermek için heybesini dökmüş. Dökünce yılanlar, çıyanlar düşmüş, ortalığa yayılmış. Herkes bir tarafa kaçmış. Biraz sonra ortalık sakinlemiş, herkes olduğu yerden çıkmış. Kızın kârını merak ediyorlarmış. Tam o sırada köyün girişinde bir deve kervanı görünmüş. Kervan gelmiş, kızın babasının evinin önünde durmuş. Çuvallarla incileri gören köylülerin ağzı bir karış açık kalkmış. Buna dayanamayan oğlanlar babasının kalbi durmuş. Beş erkek kardeş de babalarını toprağa verip köyden ayrılmışlar.
Kızlar babası, artık bir oğlu olmadığı için üzülmüyormuş. Kızın getirdiği incilerle güzel bir saray yaptırmış. Köydeki fakir fukaraya yardım etmiş. Herkesin sevdiği saydığı biri olmuş.
……………………………..
Efendim lâfı uzatmayalım, tadında bırakıp Şehzade’ye dönelim…
Şehzade, sabah kalkmış. Ayakkabının içindeki kâğıdı görünce hemen almış, okumuş.
Beyoğlu’nun beyliğine
Gül soktum terliğine
Kız geldim kız gidiyom
Vay senin erliğine
Bunu okuyan Şehzade, beyninden vurulmuşa dönmüş. Ne sevinebilmiş, ne üzülebilmiş. Doğruca Hanım Sultan’ın yanına gitmiş. Kâğıtta yazanları ona okumuş.
Sonra da anasına;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Demedim mi ana Ali kız…
demiş. Ana-oğul baş başa günlerce düşünmüşler. Oğlan günden güne erimiş, akmış. O sırada anasının aklına bir fikir gelmiş.
Şehzade’ye;
-Oğlum, Sen bana, İnci Dağı’na gittiğimiz zaman; “Hiç inci almadı. Ben de onun dişine zorla bir inci koymasını kabul ettirdim.” demiştin, değil mi?
-Evet, demiştim.
-Şimdi sen peşine yirmi otuz deve yükü inci al; “Her gülen güzele bin avuç inci!..” diye bağır, bütün ülkeyi dolaş. Ali’yi dişindeki inciden tanırsın. O zaman babasından kızı ister, alır, gelirsin, demiş.
Şehzade, anasının dediklerini yapmış. Yirmi otuz deve yükü inciyle yola düşmüş. Gittiği her yerde; “Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağırmış.
…………………………
Biz haberi verelim kızdan…
Kız, çok güzel olduğu için kapılarından dünür eksik olmuyormuş. Ne beyler, ne paşalar gelmiş; ama kızın gönlü Şehzade de olduğu için kimseleri kabul etmemiş. Kız istemediği için babası da kimseye vermiyormuş.
Günlerden birgün Şehzade’nin yolu bu köye uğramış. “Her gülen güzele bir avuç inci!.. Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağırırken, kızın hizmetçileri bunu duymuş. Koşa koşa gelmiş, kıza haber vermişler:
-Siz de gülün de bir avuç inci de biz alalım, demişler.
Kız, hizmetçileri kırmamış. Pencereye çıkmış, kervanın gelmesini beklemiş.
Nihayet kervan gelmiş, evin önünde durmuş. “Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağıran Şehzadeyi kıyafet değiştirdiği için tanıyamamış. Kız, gülmüş. Bunu gören Şehzade’nin yüreği yerinden oynamış. Hemen atından inmiş, kızın yanına gitmiş. Kız, Şehzade’yi yakından görünce boynuna atılmış, hasretle sarılmışlar.
Şehzade hemen kızın babasının yanına çıkmış.
-Ben bu ülkenin Padişah’ının oğluyum. Allah’ın emri, peygamberim kavli ile kızını senden istemeye geldim, demiş.
Babası kızına sormuş.
Şehzade’ye dönmüş:
-Peki, demiş.
Şehzade, inci yüklü develeri kızın babasına düğün hediyesi olarak vermiş.
Bunlar kırk gün, kırk gece toy düğün yapıp evlenmişler.
Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine… Masallar – Masal Oku – Sivas Masalları
Gel zaman git zaman bu kardeşler evlenmişler. Büyük olanın beş oğlu, küçük olanın da beş kızı olmuş. Taş ufağı değil ya adam ufağı; bu çocuklar zaman geçtikçe büyümüşler.
Aradan bir zaman geçmiş, büyük kardeş zengin olmuş. Küçük kardeşin şansı pek yaver gitmemiş; o da fakir kalmış.
Büyük kardeş, ne zaman küçüğü yanına gelse;
-Hoş geldin kızlar babası, dermiş.
Küçük kardeş de buna çok üzülürmüş. Bu laf günlerce içinden çıkmaz, üzgün üzgün dolaşırmış. Allah’ın kendisine bir erkek evlât vermediğine üzülür dururmuş. Sade kendi üzülse iyi! Ailedeki herkes bu duruma üzülürmüş.
Adamın küçük kızı çok akıllıymış. Babasını sevindirmek için çareler arar dururmuş. Birgün aklına bir şey gelmiş. Doğruca babasının yanına gelmiş.
Ona;
-Babacığım, niye bu kadar düşünüyorsun? Niye canını sıkıyorsun, kendini heder ediyorsun. Benim aklıma birşey geldi. Git emmime söyle, onun küçük oğluyla ticarete çıkayım. Kim kârlı dönerse onun babası öğünsün, demiş.
Babası, kızın teklifini yerinde bulmuş; çünkü kızına çok güveniyormuş. Kızını öpmüş, okşamış, sonra da büyük kardeşinin yanına gitmiş. Kızının dediklerini söylemiş. Büyük kardeşi, hem oğluna hem de zenginliğine güvenerek kabul etmiş. Gün kararlaştırmış, ayrılmışlar.
Derken efendim, gün gelmiş, çatmış. Kız, yırtık pırtık bir torba bulmuş, içine azığını koymuş. Torbasını da değneğine takmış, emmisinin oğlunun yanına gelmiş. Haaa! Kızın, bir de Sır Fino adında köpeği varmış. Bu, kızdan başkasına görünmez, olmadık işleri yapar, kızla insan gibi konuşurmuş.
Oğlanlar babası ise, oğlunun cebine kızıl bir altın lira, sırtına da halı bir heybe vermiş.
Emmioğlu ile kız yola çıkmışlar. Az gitmişler, uz gitmişler… Gide gide bir gölün kenarına varmışlar. Orda biraz mola vermişler, azıklarını çıkarmış, yemişler. Oğlanın aklına kızıl lira gelmiş. Kıza poz satmak istemiş. Kızıl lirayı eline almış, “Hop!” aşağı, “Hop!” yukarı derken lirayı göle düşürmüş. Oğlan yana yakıla lirayı aramaya başlamış.
Kız;
-Emmioğlu, benim azığım bitti. Şurda bir köye varıp, iş arayacağım. Haydi hoşca kal, demiş.
Kız, böyle dedikten sonra oğlanın yanından ayrılmış, köye doğru yola çıkmış. Köye girmeden önce kılığını kıyafetini değiştirmiş; erkek kılığına girmiş. Köye gelince orda burada dolaşmaya gezmeye başlamış.
Derken bir demirciye gitmiş, iş istemiş:
-Anam babam öldü, ortada kaldım, hiç kimsem de yok! Bana bir iş ver, demiş.
Demirci buna acımış, yanına almış. Kız, kendini -Ali- diye tanıtmış. Adı olmuş Ali; Gel Ali, Git Ali…
Neyse bu burada epey çalışmış, para biriktirmiş. Meğer efendim, o ülkenin Padişah’ının bir oğlu varmış. Bu oğlan da demircinin yanına sık sık gelir, gidermiş.
Yine birgün demircinin yanına gelmiş. Bakmış ki, kız gibi bir oğlan var.
Demirciye;
-Bu senin çırağın mı?
Demirci de;
-Evet, yeni işe aldım, demiş.
Şehzade;
-Senin bu çırak hiç erkeğe benzemiyor, sakın erkek kılığına girmiş bir kız olmasın, demiş.
Demirci;
-Hayır Şehzadem, bu gariban bir erkek… Adı da Ali! Anası babası ölmüş, ortada kalmış. Yanıma geldi, iş istedi. Ben de acıdım, işe aldım. Ama aldığı parayı hak ediyor. Çok dürüst biri, demiş.
Fakat Şehzade buna inanmamış. Gel zaman git zaman Ali’yle arkadaşlık kurmuş. Ali’nin güzelliği Şehzade’yi büyülemiş. İstemeden de olsa Ali’ye âşık olmuş. Yemeden içmeden kesilmiş, gezen bir ölü haline gelmiş. Anası onun bu haline pek üzülmüş. Yanına çağırmış, derdini sormuş. O da anlatmış.
Anası;
-Oğlum, anlattığına göre Ali, erkek… Ona nasıl âşık olursun, demiş.
O zaman Şehzade;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Ana Ali kız! Ana Ali kız!..
Bunu duyan anası derin düşünceye dalmış.
Bir zaman sonra oğluna;
-Gözümün karası, ciğerimin yarası oğul! Ali’yi al, İnci Dağı’na götür! Eğer kız ise ordaki incilere sarılır. Yok eğer oğlansa kılıçlara, silâhlara sarılır. Böylece sen de kim olduğunu öğrenirsin, demiş.
Şehzade hemen atına atlamış, atı köye sürmüş.
…………………………
Biz haberi verelim Ali’den…
Hani kızın bir Sır Fino’su vardı ya… İşte o fino Şehzade’yle anası arasında geçen konuşmaları duymuş, kıza söylemiş.
Kıza demiş ki;
-Şehzade’yle beraber İnci Dağı’na gideceksiniz. Oraya gittiğin zaman ordaki kılıçlardan, kalkanlardan al! Sakın ha incilere elini uzatma! Ben sana öyle bir çarık yaparım ki, beğendiğin incilerin üstüne bastığın zaman o onları toplar, bir sürü incin olur.
Neyse uzatmayalım; Şehzade gelmiş, Ali’yi almış. Beraber İnci Dağı’na gitmişler. Kız, Sır Fino’nun dediklerini hatırlamış; incilere dönüp bakmamış bile… Ama beğendiği incilerin üstüne bastıkça sihirli çarık incileri toplamış.
Şehzade, Ali’nin kız olup olmadığını anlamak için;
-Ali bak, burada ne güzel inciler var. İstediğin kadar topla, hepsi senin olsun, demiş.
Ali de;
-Şehzade’m, Ben bir erkeğim. İncileri toplayım da ne yapayım? Onlar ancak kızlara yakışır. Bak bu tarafta ne güzel kılıçlar var. Bize bunlar yaraşır, demiş.
Ali’nin dedikleri Şehzade’yi hayâl kırıklığına uğratmış. Sanki gündüzü gece olmuş. Olup biteni anasına anlatmak için sabırsızlanıyormuş. Fakat belki işe yarar diye, Ali’nin dişlerinin arasına bir tane inci yerleştirmiş. Sonra da doğruca anasının yanına gitmiş, olanları anlatmış.
Anası;
-Oğlum, sen de gördün ki, Ali erkek… Eğer kız olsaydı incileri alırdı. İmkânı yok, hiç bir kız o incilerden almadan edemezdi. Hiç değilse birkaç tane alırdı, demiş.
Şehzade’nin umutları boşa çıkmış, gönlü yine perme-perişan olmuş. Günden güne zayıflamış.
Anasını ne zaman görse;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Ana Ali kız! Ana Ali kız!..
dermiş. Hanım sultan, oğlunun bu durumuna çok üzülmüş. Aklına bir çare daha gelmiş.
Şehzade’ye;
-Bak oğlum, Ali’yi bu sefer de güller bahçesine götür! Güllerden bir yatak yapın, üstüne yatın! Eğer Ali kız ise güller solar, erkekse solmaz. Sen de merakından kurtarırsın, demiş.
Şehzade bir kere daha umutlanmış. Ali’nin yanına gelmek için yola koyulmuş.
…………………………..
Biz gelelim Ali’ye…
İnci Dağı’ndan döndükten sonra, Sır Fino kızın çarığındaki incileri tek tek toplamış, çuvallara koymuş. Öyle çok inci varmış ki, bu çuvalları ancak bir deve kervanı taşıyabilirmiş.
Bu arada Sır Fino, Ali’ye sabahleyin Şehzade ile anası arasında geçen konuşmaları anlatmış.
Arkasından da Ali’ye;
-Beraber güller bahçesine gidin! Güllerden bir yatak yapın, yatın! Ben sana yattığın yerin yanındaki ırmaktan taze güller getiririm. Sen buruşan solan gülleri at, yerine benim getirdiğim taze gülleri koy! Üzerinde de birkaç kere yuvarlan! Sonra da Şehzade’yi uyandır, demiş.
Ertesi gün, Şehzade köye gelmiş. Ali’yi alıp güller bahçesine götürmüş. Önce bahçeyi gezdirmiş. Derken akşam olmuş. Kendilerine güllerden bir yatak yapmış, üzerine uzanmışlar. Sabaha kadar burada yatmışlar. Sabah olunca Ali uyanmış, bakmış ki, kendinin yattığı yerdeki güller solmuş. Hemen ırmağa bakmış. Irmağın yüzünde taze güllerin geldiğini görmüş. Taze gülleri toplamış, solan gülleri kaldırıp ırmağa atmış. Irmak bu gülleri almış, götürmüş. Bunların yerine Sır Fino’nun gönderdiği taze gülleri koymuş, yalandan üzerinde yuvarlanmış; bir sağa bir sola… Güller hafifçe ezilmiş, sanki üzerinde yatılmış gibi olmuş.
Kız, ondan sonra Şehzade’ye;
-Kalk Şehzadem, sabah oldu, demiş.
Şehzade, uyanır uyanmaz kızın yattığı yere bakmış. Bakmış ki, güller kendi yattığı yerdeki güllerden daha taze durmuyor mu? Yine içi yanmış, belli etmemiş. Bahçeyi biraz daha gezdikten sonra ayrılmışlar. Ali, demirci dükkânına, Şehzade de saraya dönmüş.
Ali, akşam olunca Sır Fino’yla dertleşmiş. Şehzade’ye âşık olduğunu; fakat babasına verdiği söz yüzünden köye döneceğini söylemiş. Köylerine dönmeye karar vermişler. Hemen hazırlıkları başlamışlar.
Ali;
-Bir de Şehzade’ye gidip; “Allahaısmarladık!” deyim, demiş.
Doğruca saraya gitmiş. Vedalaşmadan önce Şehzade Ali’ye birkaç deve yükü inci vermiş. Ali, tam ayrılacakları sırada Şehzade’nin ayakkabısına bir kâğıt koymuş.
Kağıtta şunlar yazılıymış:
Beyoğlu’nun beyliğine
Gül soktum terliğine
Kız geldim kız gidiyom
Vay senin erliğine
Neyse efendim… Ali köye dönmüş, demirciyle de vedalaşmış, Sır Fino ile kendi köylerine doğru yola çıkmışlar.
Sır Fino, Ali’ye;
-Ali, sen yırtık torbanı al, tek başına dön! Ben de senin arkandan inci yüklü develerle gelirim, demiş.
Ali, kılık kıyafetini değişmiş, eski elbiselerini giymiş. Azık torbasını da değneğinin ucuna takmış, yola düşmüş. Gide gide gölün kenarına gelmiş. Bakmış ki, emmioğlu hâlâ gölü karıştırıyor. O, gölde kızıl lirasını ararken gölden çıkan yılanlar oğlanın halı heybesine dolmuş. Kız, bunları görmüş; fakat hiç ses çıkarmamış.
Emmioğluna;
-Boş ver be emmioğlu! Ben de bir şey kazanamadım. Artık köyümüze dönelim. Hiç kız çocuğuna iş verirler mi? Köye dönünce, beni kız başıma gurbete gönderen anamın babamın burnundun getireceğim, demiş.
Oğlan, kızın sözlerine kanmış. Lirayı aramaktan vazgeçmiş, beraber yola düşmüşler. Kızla oğlan önde, Sır Fino da inci yüklü develerle arkadan geliyormuş.
Az gitmişler uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler, derken köylerine varmışlar.
Bunlar daha köye dönmeden, köylüler geleceklerini haber almışlar. Bunları davul zurnayla karşılamışlar. Kızla oğlan meydanın orta yerinde durmuşlar. Oğlan kârını göstermek için heybesini dökmüş. Dökünce yılanlar, çıyanlar düşmüş, ortalığa yayılmış. Herkes bir tarafa kaçmış. Biraz sonra ortalık sakinlemiş, herkes olduğu yerden çıkmış. Kızın kârını merak ediyorlarmış. Tam o sırada köyün girişinde bir deve kervanı görünmüş. Kervan gelmiş, kızın babasının evinin önünde durmuş. Çuvallarla incileri gören köylülerin ağzı bir karış açık kalkmış. Buna dayanamayan oğlanlar babasının kalbi durmuş. Beş erkek kardeş de babalarını toprağa verip köyden ayrılmışlar.
Kızlar babası, artık bir oğlu olmadığı için üzülmüyormuş. Kızın getirdiği incilerle güzel bir saray yaptırmış. Köydeki fakir fukaraya yardım etmiş. Herkesin sevdiği saydığı biri olmuş.
……………………………..
Efendim lâfı uzatmayalım, tadında bırakıp Şehzade’ye dönelim…
Şehzade, sabah kalkmış. Ayakkabının içindeki kâğıdı görünce hemen almış, okumuş.
Beyoğlu’nun beyliğine
Gül soktum terliğine
Kız geldim kız gidiyom
Vay senin erliğine
Bunu okuyan Şehzade, beyninden vurulmuşa dönmüş. Ne sevinebilmiş, ne üzülebilmiş. Doğruca Hanım Sultan’ın yanına gitmiş. Kâğıtta yazanları ona okumuş.
Sonra da anasına;
Elâ gözü kız gözü
Yaktı yandırdı bizi
Kolu bilezik, parmağı yüzük izi
Demedim mi ana Ali kız…
demiş. Ana-oğul baş başa günlerce düşünmüşler. Oğlan günden güne erimiş, akmış. O sırada anasının aklına bir fikir gelmiş.
Şehzade’ye;
-Oğlum, Sen bana, İnci Dağı’na gittiğimiz zaman; “Hiç inci almadı. Ben de onun dişine zorla bir inci koymasını kabul ettirdim.” demiştin, değil mi?
-Evet, demiştim.
-Şimdi sen peşine yirmi otuz deve yükü inci al; “Her gülen güzele bin avuç inci!..” diye bağır, bütün ülkeyi dolaş. Ali’yi dişindeki inciden tanırsın. O zaman babasından kızı ister, alır, gelirsin, demiş.
Şehzade, anasının dediklerini yapmış. Yirmi otuz deve yükü inciyle yola düşmüş. Gittiği her yerde; “Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağırmış.
…………………………
Biz haberi verelim kızdan…
Kız, çok güzel olduğu için kapılarından dünür eksik olmuyormuş. Ne beyler, ne paşalar gelmiş; ama kızın gönlü Şehzade de olduğu için kimseleri kabul etmemiş. Kız istemediği için babası da kimseye vermiyormuş.
Günlerden birgün Şehzade’nin yolu bu köye uğramış. “Her gülen güzele bir avuç inci!.. Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağırırken, kızın hizmetçileri bunu duymuş. Koşa koşa gelmiş, kıza haber vermişler:
-Siz de gülün de bir avuç inci de biz alalım, demişler.
Kız, hizmetçileri kırmamış. Pencereye çıkmış, kervanın gelmesini beklemiş.
Nihayet kervan gelmiş, evin önünde durmuş. “Her gülen güzele bir avuç inci!..” diye bağıran Şehzadeyi kıyafet değiştirdiği için tanıyamamış. Kız, gülmüş. Bunu gören Şehzade’nin yüreği yerinden oynamış. Hemen atından inmiş, kızın yanına gitmiş. Kız, Şehzade’yi yakından görünce boynuna atılmış, hasretle sarılmışlar.
Şehzade hemen kızın babasının yanına çıkmış.
-Ben bu ülkenin Padişah’ının oğluyum. Allah’ın emri, peygamberim kavli ile kızını senden istemeye geldim, demiş.
Babası kızına sormuş.
Şehzade’ye dönmüş:
-Peki, demiş.
Şehzade, inci yüklü develeri kızın babasına düğün hediyesi olarak vermiş.
Bunlar kırk gün, kırk gece toy düğün yapıp evlenmişler.
Onlar erdi muradına, biz çıkalım kerevetine… Masallar – Masal Oku – Sivas Masalları