İYİ Parti lideri Akşener grup konuşmasında şunları ifade etti:
“Bugün, bölgemizde yaşanan gelişmeleri, dikkate aldığımızda; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, varlığının ve bağımsızlığının; nasıl da stratejik bir öneme sahip olduğunu, bir kere daha görüyoruz.
Doğu Akdeniz'de, Kafkasya'da, Ortadoğu'da, ve hatta, Kuzey Afrika'da olup bitenleri; çok iyi okumak, çok iyi anlamak durumundayız. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, bizim için, sadece kardeş ülkemiz değil; aynı zamanda, Türk Dünyası'nın güney ucundaki yıldızıdır.
Lefkoşa da, büyük Türk coğrafyasının, güneydeki başkentidir. Dolayısıyla; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, bağımsız ve erkin bir devlet olarak yaşaması için; en başta Türk dünyasının, süreci, samimiyetle sahiplenmesi gerekiyor.
Bu kapsamda; Kuzey Kıbrıs'ın, Türk Devletler Teşkilatı'na, gözlemci üye olmasını, elbette memnuniyetle karşılıyoruz. Ancak, son teşkilat zirvesine, davet edilemeyişini de, dikkatle takip ediyor; sürecin, bir an önce tamamlanması bekliyoruz. Çünkü bugün; Türk dünyası olarak, Kuzey Kıbrıs Türklüğüne, sahip çıkma vaktidir.
Bu birlikteliği, dünyaya gösterdiğimiz takdirde; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin, tanınması yolunda, ciddi bir atılmış olacaktır. Bu vesileyle; Buradan, Türk milletinin meclisinden; bir kez daha, Kuzey Kıbrıs Türk halkına, sevgi ve selamlarımızı gönderiyorum.
40 yıldır, Cumhuriyet güneşiyle parlayan, yavru vatanımızdaki, her bir kardeşimin yaşadığı, haklı gururu, yürekten paylaşıyor; Cumhuriyet Bayramlarını, bir kez daha kutluyorum.
Geçtiğimiz hafta; Atamızın ebediyete intikalinin, 85'inci yılıydı.85 milyon Türk milleti olarak; Onun gösterdiği ufka varma vazifemizi, bir kez daha hatırladık.
Onun büyük vizyonunu, bir kez daha anladık. Ve aziz hatırasını, bir kez daha andık… Ancak maalesef; biz milletçe, aynı duygularda buluşurken; bu duyguları, paylaşmayanlar da vardı…
Ayrık otları, istikbal zararlıları, ahlak yoksunları da vardı… Atamızın vizyonuna, Cumhuriyetimizin değerlerine, düşmanlıktan beslenen, kirli zihniyetler de vardı… Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, anmaktan gocunanlar; O'na, bir hayır duayı bile çok gören, şuursuzlar da vardı… Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde, Atatürkümüz tarafından kurulmuştur. Ama buna rağmen; varlığını O'na borçlu, bu önemli kurumumuz; 10 Kasım'daki, Cuma hutbesinde, Atamıza, bir Fatiha'yı bile çok gördü.
Yazıklar olsun! Hâlbuki İslâm kültüründe, vefa vardır. Bir insanın, sahip olabileceği, en büyük erdemlerden biri, vefadır. Sevgiyi, sadakati, yapılan iyilikleri unutmamayı, ve buna göre davranmayı gerektirir. Yüce dinimiz hakkında, milletimizi aydınlatmakla görevli bir kurumun, sergilediği bu vefasızlığa, elbette tahammül gösteremeyiz.
Çünkü; Devletin memuru olan, Diyanet mensuplarından; Cumhuriyetimizin kurucusuna, saygı beklemek; her bir vatandaşımızın, en doğal hakkıdır. Nitekim; Diyanet'in başındakiler; Atatürkümüze, bir Fatiha'yı çok görseler de; 85 milyon Türk milleti olarak biz; O'nun aziz hatırasını, büyük bir minnetle, hayır dualarla andık. Ayrıca; Diyanet'e rağmen, Cuma hutbesinde, Atatürkümüzü rahmetle anan, hocalarımız da oldu.
Allah her birinden razı olsun. Bu vesileyle; Mustafa Kemal Atatürk'ü anmak ve anlamaktan yoksun olanlara; Cumhuriyetimizin, kuruluş ilke ve değerleriyle problemi olanlara; Türk milletinin, Atatürk ve Cumhuriyet sevdasından, rahatsız olanlara; hatırlatmak istediğim bir şey var:
Eğer ki bugün, memleketimizde, ezanlar okunuyorsa; Eğer ki bugün, gökyüzünde, şanlı bayrağımız dalgalanıyorsa; Eğer ki bugün, toprağımızın, malımızın, canımızın, namusumuzun, güvenliği varsa; bunu, Gazi Mustafa Kemal Atatürk'e borçluyuz! Ve, ne yaparsanız yapın; Bu borcu unutturamayacaksınız!
Atatürkümüzle, Cumhuriyetimizle olan, derin sevgi, saygı ve vefa bağımıza, asla zarar veremeyeceksiniz! Ne yaparsanız yapın!
Biz her daim; Kıskançlıktan, düşmanlıktan, vicdansızlıktan beslenenlerle; Cumhuriyet'i, “reklam arası” görenlerle; 100 yıllık bir tarihi, “cinayet ve zulüm” diye tarifleyenlerle; Atamıza, bir hayır duayı bile, çok görenlerle; 10 Kasım'da, O'nu anmak yerine;
15 Kasım'da, Meclis kürsüsünden, Cumhuriyet düşmanlarını ananlarla; Cumhuriyet karşıtlığına, yüce dinimizi alet edenlerle; Millet düşmanlığına, demokrasiyi paravan edenlerle; mücadele etmekten asla vazgeçmeyeceğiz! Bunu da böyle bilesiniz.
AK Parti iktidarının, neden olduğu krizler silsilesinden, son olarak; anayasa ve hukuk düzeninin de, payını aldığını görüyoruz…
Zaten uzun bir zamandır, hakkın ve hukukun üstünlüğü yerine, güçlünün üstünlüğüne dayanan bir anlayışla, çok tehlikeli bir yere doğru gidiyorduk… Biliyorsunuz önce; “Bu sistem, elimi kolumu bağlıyor.” dendi; sistem değiştirildi.
Kuvvetler ayrılığı, yerle bir edildi. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin vasıfları, teker teker çökertildi. Devlet geleneklerimiz, harap edildi.
Bugün geldiğimiz noktada ise; iktidarın gözü, hukuka dikildi… Biliyorsunuz, Sayın Erdoğan, uzunca bir zamandır, hukuktan şikâyetçi… Hatırlarsınız, Gezi Parkı davasında; Parka inşaat yapılmasını reddeden, Koruma Kurulu'na,
Başbakan sıfatıyla; “Reddi reddederiz.” diyerek, karşı çıkan kendisiydi. Cumhurbaşkanı sıfatıyla; “Anayasa Mahkemesi'nin, kararına uymuyor, saygı da duymuyorum.” diyen de kendisiydi.
Twitter'a getirilen, erişim engelinin, ifade özgürlüğünü ihlal ettiğini söyleyen, Anayasa Mahkemesi kararına, “Gayri millî karar.” diyerek karşı çıkanlar da; yine Sayın Erdoğan ve yol arkadaşlarıydı.
Her fırsatta, hukuktan duyduğu rahatsızlığı gösteren, bu zihniyetin; biriktirdiği garabetler dizisinin, sonucunu da; nitekim, geçtiğimiz hafta yaşadık… Can Atalay davasıyla ilgili, hukuk skandalları; 8 Kasım itibariyle; artık bir anayasa krizine, bir devlet krizine dönüştü.
Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi, tıpkı Sayın Erdoğan gibi; “Anayasa Mahkemesinin kararına uymuyorum; saygı da duymuyorum.” dedi.
Üstüne de, el yükseltip; hak ihlali kararı veren, Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında, suç duyurusunda bulundu.
Hatta, o da yetmedi; Hızını alamayıp, millet iradesinin tecelligâhı, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne de, sopa gösterdi. Bu hukuksuzluk karşısında, iktidar tarafından yapılan, ilk yorum ise; kararın, “millîliği” üzerine oldu…
Dönemin, ünlü Alman anayasa hukukçusu, Carl Schimitt'e göre; güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı ve hukukun üstünlüğü gibi ilkeler; sadece teferruattan ibarettir.
Yasama, yürütme ve yargı erkleri; Alman halkının lideri ve en yüksek yargıç sıfatıyla, Hitler'in, karar ve emirlerine bağlıdır. Bu yetki ise, geçerliliğini hukuktan değil; fiili durumun, kendisinden alır. Yani, Carl Schmitt'e göre hukuk; fiili durum, gerçekleştikten sonra, onu, yasal hale getirmek için, gerekli olan, bir aparattan ibarettir.
Nitekim; Nazi hukukunun, de-facto işleyişinde; kendilerince, kılıfına uydurdukları her fiil, sonradan yasa aracılığıyla, meşru ve dokunulmaz kılınmıştır. Bu anlayışa göre; Hakimiyet milletin değil; Hakimiyet Hitler'indir. Hukuk üstün değildir; Führer üstündür.
Yargıç, bağımsız olamaz; Sadece, liderin emirlerinin, uygulayıcısı olur. Dolayısıyla yargı; herkes için, adaleti tecelli ettiren değil; iktidarın, gayri meşru, gayri ahlaki ve illegal eylemlerini, yasallaştırma organıdır.
Şimdi gelelim günümüze… Bu tablo, size de tanıdık geldi mi? Belli ki, bazı saray sakinleri, ilhamını, Carl Schmitt'ten almış… Nitekim, tam da bu yüzden; Carl Schmitt'in, günümüzdeki öğrencileri; bir anayasal devlet krizine sebep olan, hukuk dışı bir fiili duruma, çözüm üretmek yerine, hemen, Anayasa değişikliği arayışına girdiler.
Yani, fiili durumu, yasallaştırmanın peşine düştüler. Sayın Erdoğan da; Anayasa Mahkemesi'ni hedef gösterip, krizi derinleştirerek; art niyetli tutumunu, bir kez daha ortaya koydu. Bu tutum neticesinde ise; yeni anayasa iddiaları, yeniden dillendirilerek, kriz, siyasi bir nitelik de kazanmış oldu.
Bu ise düpedüz, bir siyasi fırsatçılıktır. Böylesine vahim bir krizden; siyaset üstü olması gereken, bir devlet meselesinden; siyasi rant devşirmeye çalışmak; en hafif tabiriyle, ayıptır. Buradan iktidara seslenmek istiyorum: Yahu muhteremler; Anayasa değişikliğini konuşmadan önce; mevcut Anayasa'ya, uymanız gerekiyor. Siz daha, var olan Anayasa'nın, hükümlerini yok sayarken; neyi, nasıl değiştireceksiniz?
Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir şahsa, ya da zümreye ait değildir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti; bir hukuk devletidir. Kimlerin, hangi haklara, hangi yetkilere sahip olduğu ve olabileceği; Kimlerin, neyi yapıp, neyi yapamayacağı; peşinen, kurallarla belirlenmiştir.
Bu kurallar işlerse, hukuk devleti vardır. Onun için de; hukuk devletinde, keyfine göre kuralların dışına çıkacak, bir fert, zümre veya organ yoktur, olamaz.
Egemenlik, kayıtsız ve şartsız, Türk milletinindir. Milletimiz, bu egemenlik hakkını, yetkili organlar eliyle kullanır. Hiçbir organ, veya hiçbir kişi de; kaynağını Anayasa'dan almayan, bir devlet yetkisi kullanamaz. Bu çok açık ve nettir! Anayasamızın getirdiği, devlet nizamı; birbirine bağlı mekanizmalar nizamıdır. Bu mekanizmaların, herhangi biri işlemezse, nizam aksar. İşte bu yüzden; Yargıtay 3'üncü Ceza Dairesi'nin oluşturduğu, hukuk dışı fiili durum, devlet nizamını aksatmış, ve bir anayasal devlet krizine, neden olmuştur. Halbuki; Anayasa Mahkemesi kararları kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organlarını bağlar. Herkes uymak zorundadır.
Şucu bucu edebiyatı, milletin taleplerinin önüne geçti. Rekabetsizliğin getirdiği vasatlığın, kaybedeni de, doğal olarak, milletimiz oldu. Belediyeleri, idari ve mali açıdan güçsüz bırakarak; yerel hizmetlerde aksamaya, kamusal kaynakların, boşa harcanmasına, yönetimde liyakatsizliğe, kayırmacılığa, gizliliğe ve yozlaşmaya neden oldular. Can güvenliğinden, hizmetten ve kaliteden önce; nüfus ticaretine, ranta, ve paraya odaklı, milletten kopuk bir belediyecilik anlayışı inşa ettiler. Yönetimde, yerel sorunlara ilgi azaldı. Siyasal temsildeki adaletsizlik, giderek büyüdü. Bankamatik memurları çoğalırken; Milletimiz, karar alma ve uygulama süreçlerinden, daha çok dışlandı.
Ve tabii ki, yerel demokrasi de, giderek zayıfladı. İşte bu tablo karşısında, biz, İYİ Parti olarak; Türk demokrasinin, tıkanan tüm yollarını açmaya; Ve Türkiye'de, önce yerelde, sonra da merkezi yönetimde, gerçek bir sıçramayı, başlatmaya geliyoruz. 2024 yerel seçimlerine girerken; 81 ilde, milletimize, liyakatli adaylarımız, kadrolarımız, ve çözümlerimizle birlikte; İYİ Belediyecilik vizyonumuzu da sunuyoruz.
İYİ Parti olarak; siyaset düzenindeki, çürümeye ve yozlaşmaya karşı; yalnızca bir seçim süreci, bir ittifak tercihinde değil ;biz, aynı zamanda, bir düzen tercihinde de bulunduk.
Ve bu düzeni de; İki yumruğun, birinden yana değil; hür ve müstakil durarak; Güdümlü medya aparatlarının tarifleriyle değil; öz kimliğimizle, öz kişiliğimizle, öz ilkelerimizle yürüyerek; Onun bunun ittirmesiyle değil; öz varlığımızla, kantara çıkarak; cesaretle, azimle, kararlılıkla; özü başımıza kuracağız!
+1'e sıkıştırılıp, birilerine kazandırmak yerine; Hür ve dik duracak, sadece milletimize kazandıracağız! Birbirinden beslenen, kayıkçı siyasetine karşı; milletimize, yeni bir tercih, yeni bir yol, yeni bir gelecek sunacağız!
Millî kimliğimizi yansıtan siyaset anlayışımızla; Türkiye'nin Demokratik Millî Yükselişi'ni, mutlaka gerçekleştireceğiz! Biz, İYİ Parti olarak; millet odaklı yeni bir siyasetin, temelini atmak; siyasete erdemi, geri getirmek istiyoruz!
Ülkemizin geleceğinin; kapalı kapılar ardındaki pazarlıklarla değil; açık ve şeffaf bir biçimde, milletimizin katılımıyla; sandıkta şekillenmesini istiyoruz! Devlet yönetimiyle, siyasi çıkarları birbirine karıştıranlara karşı; Devletle milleti, yeniden buluşturmayı istiyoruz!
Siyasetimizi de; Yankı odalarından çıkamayanlarla değil; Millete tepeden bakanlarla değil; Bizim sırtımızdan, meşruiyet devşirmeye kalkanlarla değil; milletimizle omuz omuza yürüyen; hakkı, hakikati dava bilen; vatan sevdalılarıyla yapıyoruz!”
Haber Merkezi
SİYASET
Yayınlanma: 15 Kasım 2023 - 12:45
Güncelleme: 15 Kasım 2023 - 13:04
Akşener'den net mesaj: +1'e sıkıştırılıp birilerine kazandırmak yerine, hür ve dik durarak sadece milletimize kazandıracağız
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu.
SİYASET
15 Kasım 2023 - 12:45
Güncelleme: 15 Kasım 2023 - 13:04
İlginizi Çekebilir