Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde… Develer tellâl iken pireler berber iken vaktin birinde bir köy varmış. Bu köyde bakkallık yapan biri yaşarmış. Bunun da bir oğlu varmış, adı Ahmet.
Bakkal, günün birinde ölmüş. Dükkânı, bu çalıştırmaya başlamış. Bir zaman geçmiş, oğlan artık iyice büyümüş, yetişkin bir delikanlı olmuş. Birgün annesi;
-Oğlum Ahmet! Artık senin evlenme çağın geldi. Ben ihtiyarladım; iş güç yapamıyorum, demiş.
O da annesine;
-Anne, ben öyle bir kız isterim ki, hem güzel olsun, hem kusursuz olsun.
Kadıncağız bütün köyü aramış, etraf köyleri kasabaları aramış, oğlunun istediği gibi bir kız bulamamış. Nerde güzel bir kız varsa, hepsinin bir kusuru çıkmış.
Kadın sonunda, aynı köyde Zeynep adında bir kızı beğenmiş. Bu kız tam aradığı gibi biriymiş.
Oğlanın yanına gelmiş:
-Oğlum, sana öyle güzel bir kız buldum ki, hiç bir kusuru yok. Allah övmüş de yaratmış.
Ahmet;
-Kimin kızı, diye sormuş.
Annesi de;
-Kim olacak teyzenin kızı Zeynep, demiş.
Hemen dünür olmuşlar; Zeyneb’i almışlar. Düğün dernek olmuş. Ahmet evlendikten sonra artık karısının yanından ayrılmaz olmuş. Müşteriler önce dükkâna geliyor, Ahmet’i bulamayınca da eve geliyorlarmış.
Annesi;
-Oğlum, müşteriler eve kadar geliyor. Artık işinin başına dönsen iyi olur. Dükkânını aç, işine gücüne bak, demiş.
O da;
-Canım anam, hele bana birkaç gün daha müsaade et, demiş.
Bir gün sonra annesi yine Ahmet’e işine gitmesini söylemiş. Bu sefer oğlan annesini azarlamış. İnatlaşmış, bir daha işine bakmaz olmuş. Bir müddet sonra elindeki hazır parasını da dükkânı da yemiş, bitirmiş. Bu sefer kapıya, borçlular gelmeye başlamış. Oturduğu evi de satıp borçlarını ödemiş. Elinde avcunda bir kuruş kalmamış. Derken annesi de ölmüş.
O zaman karısına demiş ki;
-Zeynep, biz bu köyün tanınmış zengin kişileriydik. Elimizde avcumuzda ne varsa, hepsini yedik bitirdik. Şimdi bu köyde onun bunun yanında çalışmak bana zulüm olur. En iyisi mi biz başka bir yere gidelim, demiş.
Bunlar, bir kat yataklarını, biraz da kap kacak alarak yollara düşmüşler. Diyar diyar, şehir şehir dolaşmışlar. Sonunda kendilerine göre bir yere yerleşmişler. Ahmet, bir kasabın yanına çırak olarak girmiş. Kasap da buna o zamanın parasıyla gündelik olarak bir kuruş para, bir kilo da et veriyormuş.
Gel zaman git zaman birgün Zeynep çamaşır yıkamış. Bahçeye çamaşır asmaya çıkmış. Karşı konakta oturan zengin bir Yahudi, Zeynep’i çamaşır asarken görünce ona vurulurmuş. Kendi kendine; “Aman Allah’ım!.. Ben ömrü hayatımda böyle bir güzel daha görmedim. Ne yapmalı da bu kadını bizim eve getirmeli?” diye düşünmüş.
Birgün bir cadı karısına rastlamış.
Cadı, Yahudi’ye;
-Niye böyle düşünüp duruyorsun, bir derdin mi var, diye sormuş.
Yahudi;
-Aman, derdimi hiç sorma. Şu karşıki evde bir kadın gördüm; beni yüreğimden vurdu. Öyle güzel ki, böylesini hiç görmedim. Ne yapayım da bu kadını eve getireyim, demiş.
O zaman Cadı karısı;
-Ben o kadını buraya getirirsem bana ne var, diye sormuş.
Yahudi de;
-Senin dünyalığını veririm, demiş.
Cadı karısı bu lâfın üstüne Yahudi’den bir miktar para almış. Artık Zeynep’in evinin havalisinde dolaşıyormuş. Bunların nerden geldiğini sormuş, öğrenmiş.
Birgün kendine çeki düzen vermiş; güzel bir elbise giymiş, gözüne gözlük takmış, eline bir baston, bir de tespih almış Zeynep’in kapısını çalmış.
-Yavrum, siz nerelisiniz? Nerden gelip nereye gidiyorsunuz? Herhalde buranın yabancısısınız, demiş.
Zeynep de nerden geldiklerini, ne yaptıklarını cadı karısına söylemiş.
O zaman Cadı;
-Sen bizim memleketliymişsin ya! Ben de o köylüyüm. Sen orda kimin kızısın, demiş.
Zeynep Cadı’ya annesinin adını söylemiş.
Cadı karısı;
-Daha kiminiz var, diye sormuş.
Zeynep;
-Bir de teyzem var, demiş.
Cadı karısı;
-Daha başka teyzen var mı, diye sormuş.
Zeynep;
-Hayır, yok, demiş.
Cadı karısı o zaman ağlamaya başlamış:
-Ah yavrum ah!.. İşte senin annen ile teyzen var ya, onlar benim bacılarımdır. Ah! Sen buraya gelmeseydin de ben de seni görmeseydim. Gözlerim kör olsaydı da seni görmeseydim. Ben de senin teyzenim, demiş.
Zeynep, Cadı’ya başından geçenleri anlattıktan sonra;
-Kocam da köydeki teyzemin oğludur, demiş.
Cadı karısı, Zeynep’e;
-Ben yarın biraz erken geleyim, Ahmet de işe biraz geç gitsin de dünya gözü ile bir de Ahmet’imi göreyim, demiş.
Öbürsü gün Cadı, sabah erkenden Zeynep’in kapısını çalmış.
Zeynep, kocasına demiş ki;
-Ahmet bizim bir daha teyzemiz varmış. Bu şehirde yaşarmış. Dün buraya geldi, benimle konuştu, çok da ağladı. Şimdi ise seni görmek için geldi. Aha işte kapıyı çalan teyzemdir, demiş.
Kapıyı açmışlar ki, kadının elinde bir sepet bir de bohça… Kadını içeri almışlar. Bunlara; elbiselik, yiyecek, öte beri getirmiş. Oturmuşlar, konuşmuşlar. Ahmet az sonra müsaade istemiş, işe gitmiş.
Birkaç gün sonra cadı karısı yine gelmiş. Bu sefer de bir sürü yiyecek, giyecek getirmiş.
Zeynep ile Ahmet aralarında demişler ki; “Teyzemiz çok iyi birine benziyor. Ne kadar da iyi kalpli bir insan! E yitirmezsek bulduk!”
Aradan bir zaman geçmiş. Cadı karısı birgün yine gelmiş.
Zeynep’e;
-Yavrum, sen buranın garibisin, bu evde yalnız dura dura canın sıkılır. Seni bizim eve götüreyim de hem bizim evi görür, hem de biraz açılırsın, demiş.
Zeynep de;
-Teyze, Ahmet gelsin de izin alalım, demiş.
Ahmet gelince ondan izin istemişler.
Ahmet de;
-Yarın ben işe gitmeden gel, götür, gezdir. Yalnız çabuk getir, demiş.
Cadı karısı öbürsü gün erkenden gelmiş. Zeynep giyinmiş. Ahmet de işine gitmiş. Zeynep Cadı’nın yanına takılmış, gitmiş. Cadı karısı, Zeynep’i doğruca Yahudi’nin konağına götürmüş.
Yahudi’ye;
-İstediğin kadın bu değil mi? Buyur, işte sana getirdim, demiş.
Yahudi’den dünya kadar para almış, gitmiş. Zeynep, sağa sola biraz hopladıysa da ordan kurtulma imkânı bulamamış. Yahudi Zeynep’e, tepe tırnak altın mücevher takmış. Zeynep de bunları görünce yumuşamış, Yahudi’yi sevmiş.
Şimdi biz haberi verelim Ahmet’ten…
Ahmet öğleye kadar çalışmış; ama yüreği ikide bir “Cızzz!” ediyormuş. Öğlen yemeğine eve gelmiş ki, evi hâlâ kitli. Ahmet’in yüreği cızzadan* geçmiş. Öğlenden sonra da birkaç defa daha evi yoklamış; ama evin kapısı hâlâ kitli, Zeynep de eve dönmemiş! O gün Ahmet sabaha kadar tek başına kalmış. Gözüne bir dirhem uyku girmemiş. Sabaha kadar düşünmüş: “Acaba ne oldu? Bu kadın kimdi? Neciydi? Zeynep’i nereye götürdü?..”
Sabah olmuş, Ahmet işine gitmiş; satırı eline vurmuş et keserken elini kestirmiş.
Bunu gören kasap;
-Ahmet oğlum, senin bir derdin mi var? Sen hiç böyle yapmazdın, diye sormuş.
Ahmet;
-Sorma, demiş.
Başından geçenleri ustasına anlatmış.
Kasap, Ahmet’e;
-Evin nerde? Nerde oturuyorsun, diye sormuş.
Ahmet de kasabı almış,evine getirmiş. Kasap o zaman vaziyeti anlamış.
Ahmet’e demiş ki;
-Oğlum, ben senin aileni bulurum, sen merak etme, demiş.
Kasap, bir şeyler bahane edip, Yahudi’nin evine gitmiş.
Yahudi, kasabı daha önceden tanıdığı için;
-Ooo Hilmi Efendi buyurunuz, evimize şeref verdiniz, demiş
Kasabı yukarı almış, oturmuşlar. Hoş-beşten sonra yemek yemişler. Bunlar içmeye başlamış. Bunlara güzel bir hanım da hizmet ediyormuş. Yahudi, iyice sarhoş olmuş, tam kafayı bulmuş.
Kasaba demiş ki;
-Yahu kasap efendi, hiç sormuyorsun ki, bu güzel dilberi nerden aldın?
Kasap;
-Elin evindeki kadın sorulur mu? Ayıp değil mi, demiş.
O zamana kadar Yahudi;
-Yahu niye ayıp olsun. Biz ahbap değil miyiz? Ayıp olmaz sen sor, demiş.
Kasap da sormuş:
-Madem ısrar ediyorsun; peki öyleyse bu güzel kadını nerden avladın?
O zaman Yahudi başlamış anlatmaya… Kasap anlamış ki, bu göz görmedik güzel çırağı Ahmet’in karısı… Kasap; Hakikaten Ahmet’in üzüldüğü kadar da güzel!” diye içinden geçirmiş. O sırada Yahudi orda sızmış.
O zaman kasap hemen doğruca dükkâna gelmiş.
Ahmet’e demiş ki;
-Oğlum, aileni buldum, gel, al!
Ahmet satırı kaptığı gibi doğruca Yahudi’nin konağına gelmiş. Karşısına ilk önce Zeynep çıkmış.
Ahmet;
-Zeynep burada ne arıyorsun? Haydi gel, evimize gidelim, demiş.
Zeynep, Ahmet’i reddetmiş:
-Defol şurdan! Şimdi Yahudi’yi çağırırsam seni gebertir, demiş.
Ahmet, Zeynep’e ne kadar yalvardıysa da Zeynep dönmeyi kabul etmemiş. İşte o zaman Ahmet yanında götürdüğü satırla hem Zeynep’i hem de Yahudi’yi gebertmiş, dükkâna dönmüş.
Kasap;
-Oğlum, Yahudi’yi öldürdün de aileni niye öldürdün, diye sormuş.
Ahmet de;
-Artık onun da gebermesi vacip oldu, demiş.
Bundan sonra Ahmet işlerine devam etmiş.
Birgün kasap;
-Ahmet seni evlendirelim mi, ne dersin, diye sormuş.
Ahmet de;
-Bilmem, sen bilirsi! Şöyle iyi bir aile kızı bulursanız evlenirim, demiş.
Kasap, Ahmet’e demiş ki;
-Ahmet, filanca yerde Halim Efendi diye biri var. Onun hem çok güzel hem de namuslu bir kızı var. Sen git iste, o verir, demiş.
Ahmet, gitmiş Halim Efendi’yi bulmuş. Ona derdini anlatmış, kızını istemiş. O da vermiş.
Düğün dernek yapılmış, evlenmişler. Ahmet yine işine gidip geliyormuş.
Birgün ailesi demiş ki;
-Ahmet, bu kasabın sende çok hakkı var. Hem onu hem de babamı yemeğe çağıralım, demiş.
Ahmet de bunu kabul etmiş, yemeğe çağırmış.
Ahmet eve gelmiş, ailesine;
-Yemekler hazırlandı mı, demiş.
Hanımı da;
-Yemekler hazır da sen git misafirlerini getir, demiş.
Ahmet, kaynatasını, kasabı almış, getirmiş. Bakmış ki hanımı evde yok!.. Çok şaşırmış: “Acaba nereye gitti?” diye düşünmüş. İçerde şaşkın şaşkın dolanmaya başlamış.
Kasap;
-Oğlum Ahmet, ne dolanıp duruyorsun? Gel de yanımıza biraz otur hele, demiş.
Ahmet tekrar dışarı çıkmış. İçeri girdiği zaman görmüş ki ailesi içerde…
Ona;
-Nerdesin? Kaç saattir seni arıyorum, diye kızmış.
Bir de suratına dikkatlice bakmış ki, ailesi kasap değil mi?..
Meğer bu kasap, Halim Efendi’nin kızıymış. Erkek kılığında dolaşır, babasının işlerini yürütürmüş.
Ahmet utanarak sormuş:
-Demek sen Halim Efendi’nin kızıydın!
O zaman kasap demiş ki;
-Ben evlenmeyecektim. Yalnız seni çok mert, çok cesaretli gördüm. Onun için seninle evlendim, demiş.
Orda yemeklerini yemişler. Bütün servetlerini Ahmet’e hibe etmişler.
Böylece yer, içer muratlarına geçerler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Eh!.. O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan… Karınca deveyi kucağına almış; bu da mı yalan…
Gökten üç elma düştü; Biri bana, biri söyleyene, biri de anlatana… Masallar - Masal Oku - Sivas Masalları
Bakkal, günün birinde ölmüş. Dükkânı, bu çalıştırmaya başlamış. Bir zaman geçmiş, oğlan artık iyice büyümüş, yetişkin bir delikanlı olmuş. Birgün annesi;
-Oğlum Ahmet! Artık senin evlenme çağın geldi. Ben ihtiyarladım; iş güç yapamıyorum, demiş.
O da annesine;
-Anne, ben öyle bir kız isterim ki, hem güzel olsun, hem kusursuz olsun.
Kadıncağız bütün köyü aramış, etraf köyleri kasabaları aramış, oğlunun istediği gibi bir kız bulamamış. Nerde güzel bir kız varsa, hepsinin bir kusuru çıkmış.
Kadın sonunda, aynı köyde Zeynep adında bir kızı beğenmiş. Bu kız tam aradığı gibi biriymiş.
Oğlanın yanına gelmiş:
-Oğlum, sana öyle güzel bir kız buldum ki, hiç bir kusuru yok. Allah övmüş de yaratmış.
Ahmet;
-Kimin kızı, diye sormuş.
Annesi de;
-Kim olacak teyzenin kızı Zeynep, demiş.
Hemen dünür olmuşlar; Zeyneb’i almışlar. Düğün dernek olmuş. Ahmet evlendikten sonra artık karısının yanından ayrılmaz olmuş. Müşteriler önce dükkâna geliyor, Ahmet’i bulamayınca da eve geliyorlarmış.
Annesi;
-Oğlum, müşteriler eve kadar geliyor. Artık işinin başına dönsen iyi olur. Dükkânını aç, işine gücüne bak, demiş.
O da;
-Canım anam, hele bana birkaç gün daha müsaade et, demiş.
Bir gün sonra annesi yine Ahmet’e işine gitmesini söylemiş. Bu sefer oğlan annesini azarlamış. İnatlaşmış, bir daha işine bakmaz olmuş. Bir müddet sonra elindeki hazır parasını da dükkânı da yemiş, bitirmiş. Bu sefer kapıya, borçlular gelmeye başlamış. Oturduğu evi de satıp borçlarını ödemiş. Elinde avcunda bir kuruş kalmamış. Derken annesi de ölmüş.
O zaman karısına demiş ki;
-Zeynep, biz bu köyün tanınmış zengin kişileriydik. Elimizde avcumuzda ne varsa, hepsini yedik bitirdik. Şimdi bu köyde onun bunun yanında çalışmak bana zulüm olur. En iyisi mi biz başka bir yere gidelim, demiş.
Bunlar, bir kat yataklarını, biraz da kap kacak alarak yollara düşmüşler. Diyar diyar, şehir şehir dolaşmışlar. Sonunda kendilerine göre bir yere yerleşmişler. Ahmet, bir kasabın yanına çırak olarak girmiş. Kasap da buna o zamanın parasıyla gündelik olarak bir kuruş para, bir kilo da et veriyormuş.
Gel zaman git zaman birgün Zeynep çamaşır yıkamış. Bahçeye çamaşır asmaya çıkmış. Karşı konakta oturan zengin bir Yahudi, Zeynep’i çamaşır asarken görünce ona vurulurmuş. Kendi kendine; “Aman Allah’ım!.. Ben ömrü hayatımda böyle bir güzel daha görmedim. Ne yapmalı da bu kadını bizim eve getirmeli?” diye düşünmüş.
Birgün bir cadı karısına rastlamış.
Cadı, Yahudi’ye;
-Niye böyle düşünüp duruyorsun, bir derdin mi var, diye sormuş.
Yahudi;
-Aman, derdimi hiç sorma. Şu karşıki evde bir kadın gördüm; beni yüreğimden vurdu. Öyle güzel ki, böylesini hiç görmedim. Ne yapayım da bu kadını eve getireyim, demiş.
O zaman Cadı karısı;
-Ben o kadını buraya getirirsem bana ne var, diye sormuş.
Yahudi de;
-Senin dünyalığını veririm, demiş.
Cadı karısı bu lâfın üstüne Yahudi’den bir miktar para almış. Artık Zeynep’in evinin havalisinde dolaşıyormuş. Bunların nerden geldiğini sormuş, öğrenmiş.
Birgün kendine çeki düzen vermiş; güzel bir elbise giymiş, gözüne gözlük takmış, eline bir baston, bir de tespih almış Zeynep’in kapısını çalmış.
-Yavrum, siz nerelisiniz? Nerden gelip nereye gidiyorsunuz? Herhalde buranın yabancısısınız, demiş.
Zeynep de nerden geldiklerini, ne yaptıklarını cadı karısına söylemiş.
O zaman Cadı;
-Sen bizim memleketliymişsin ya! Ben de o köylüyüm. Sen orda kimin kızısın, demiş.
Zeynep Cadı’ya annesinin adını söylemiş.
Cadı karısı;
-Daha kiminiz var, diye sormuş.
Zeynep;
-Bir de teyzem var, demiş.
Cadı karısı;
-Daha başka teyzen var mı, diye sormuş.
Zeynep;
-Hayır, yok, demiş.
Cadı karısı o zaman ağlamaya başlamış:
-Ah yavrum ah!.. İşte senin annen ile teyzen var ya, onlar benim bacılarımdır. Ah! Sen buraya gelmeseydin de ben de seni görmeseydim. Gözlerim kör olsaydı da seni görmeseydim. Ben de senin teyzenim, demiş.
Zeynep, Cadı’ya başından geçenleri anlattıktan sonra;
-Kocam da köydeki teyzemin oğludur, demiş.
Cadı karısı, Zeynep’e;
-Ben yarın biraz erken geleyim, Ahmet de işe biraz geç gitsin de dünya gözü ile bir de Ahmet’imi göreyim, demiş.
Öbürsü gün Cadı, sabah erkenden Zeynep’in kapısını çalmış.
Zeynep, kocasına demiş ki;
-Ahmet bizim bir daha teyzemiz varmış. Bu şehirde yaşarmış. Dün buraya geldi, benimle konuştu, çok da ağladı. Şimdi ise seni görmek için geldi. Aha işte kapıyı çalan teyzemdir, demiş.
Kapıyı açmışlar ki, kadının elinde bir sepet bir de bohça… Kadını içeri almışlar. Bunlara; elbiselik, yiyecek, öte beri getirmiş. Oturmuşlar, konuşmuşlar. Ahmet az sonra müsaade istemiş, işe gitmiş.
Birkaç gün sonra cadı karısı yine gelmiş. Bu sefer de bir sürü yiyecek, giyecek getirmiş.
Zeynep ile Ahmet aralarında demişler ki; “Teyzemiz çok iyi birine benziyor. Ne kadar da iyi kalpli bir insan! E yitirmezsek bulduk!”
Aradan bir zaman geçmiş. Cadı karısı birgün yine gelmiş.
Zeynep’e;
-Yavrum, sen buranın garibisin, bu evde yalnız dura dura canın sıkılır. Seni bizim eve götüreyim de hem bizim evi görür, hem de biraz açılırsın, demiş.
Zeynep de;
-Teyze, Ahmet gelsin de izin alalım, demiş.
Ahmet gelince ondan izin istemişler.
Ahmet de;
-Yarın ben işe gitmeden gel, götür, gezdir. Yalnız çabuk getir, demiş.
Cadı karısı öbürsü gün erkenden gelmiş. Zeynep giyinmiş. Ahmet de işine gitmiş. Zeynep Cadı’nın yanına takılmış, gitmiş. Cadı karısı, Zeynep’i doğruca Yahudi’nin konağına götürmüş.
Yahudi’ye;
-İstediğin kadın bu değil mi? Buyur, işte sana getirdim, demiş.
Yahudi’den dünya kadar para almış, gitmiş. Zeynep, sağa sola biraz hopladıysa da ordan kurtulma imkânı bulamamış. Yahudi Zeynep’e, tepe tırnak altın mücevher takmış. Zeynep de bunları görünce yumuşamış, Yahudi’yi sevmiş.
Şimdi biz haberi verelim Ahmet’ten…
Ahmet öğleye kadar çalışmış; ama yüreği ikide bir “Cızzz!” ediyormuş. Öğlen yemeğine eve gelmiş ki, evi hâlâ kitli. Ahmet’in yüreği cızzadan* geçmiş. Öğlenden sonra da birkaç defa daha evi yoklamış; ama evin kapısı hâlâ kitli, Zeynep de eve dönmemiş! O gün Ahmet sabaha kadar tek başına kalmış. Gözüne bir dirhem uyku girmemiş. Sabaha kadar düşünmüş: “Acaba ne oldu? Bu kadın kimdi? Neciydi? Zeynep’i nereye götürdü?..”
Sabah olmuş, Ahmet işine gitmiş; satırı eline vurmuş et keserken elini kestirmiş.
Bunu gören kasap;
-Ahmet oğlum, senin bir derdin mi var? Sen hiç böyle yapmazdın, diye sormuş.
Ahmet;
-Sorma, demiş.
Başından geçenleri ustasına anlatmış.
Kasap, Ahmet’e;
-Evin nerde? Nerde oturuyorsun, diye sormuş.
Ahmet de kasabı almış,evine getirmiş. Kasap o zaman vaziyeti anlamış.
Ahmet’e demiş ki;
-Oğlum, ben senin aileni bulurum, sen merak etme, demiş.
Kasap, bir şeyler bahane edip, Yahudi’nin evine gitmiş.
Yahudi, kasabı daha önceden tanıdığı için;
-Ooo Hilmi Efendi buyurunuz, evimize şeref verdiniz, demiş
Kasabı yukarı almış, oturmuşlar. Hoş-beşten sonra yemek yemişler. Bunlar içmeye başlamış. Bunlara güzel bir hanım da hizmet ediyormuş. Yahudi, iyice sarhoş olmuş, tam kafayı bulmuş.
Kasaba demiş ki;
-Yahu kasap efendi, hiç sormuyorsun ki, bu güzel dilberi nerden aldın?
Kasap;
-Elin evindeki kadın sorulur mu? Ayıp değil mi, demiş.
O zamana kadar Yahudi;
-Yahu niye ayıp olsun. Biz ahbap değil miyiz? Ayıp olmaz sen sor, demiş.
Kasap da sormuş:
-Madem ısrar ediyorsun; peki öyleyse bu güzel kadını nerden avladın?
O zaman Yahudi başlamış anlatmaya… Kasap anlamış ki, bu göz görmedik güzel çırağı Ahmet’in karısı… Kasap; Hakikaten Ahmet’in üzüldüğü kadar da güzel!” diye içinden geçirmiş. O sırada Yahudi orda sızmış.
O zaman kasap hemen doğruca dükkâna gelmiş.
Ahmet’e demiş ki;
-Oğlum, aileni buldum, gel, al!
Ahmet satırı kaptığı gibi doğruca Yahudi’nin konağına gelmiş. Karşısına ilk önce Zeynep çıkmış.
Ahmet;
-Zeynep burada ne arıyorsun? Haydi gel, evimize gidelim, demiş.
Zeynep, Ahmet’i reddetmiş:
-Defol şurdan! Şimdi Yahudi’yi çağırırsam seni gebertir, demiş.
Ahmet, Zeynep’e ne kadar yalvardıysa da Zeynep dönmeyi kabul etmemiş. İşte o zaman Ahmet yanında götürdüğü satırla hem Zeynep’i hem de Yahudi’yi gebertmiş, dükkâna dönmüş.
Kasap;
-Oğlum, Yahudi’yi öldürdün de aileni niye öldürdün, diye sormuş.
Ahmet de;
-Artık onun da gebermesi vacip oldu, demiş.
Bundan sonra Ahmet işlerine devam etmiş.
Birgün kasap;
-Ahmet seni evlendirelim mi, ne dersin, diye sormuş.
Ahmet de;
-Bilmem, sen bilirsi! Şöyle iyi bir aile kızı bulursanız evlenirim, demiş.
Kasap, Ahmet’e demiş ki;
-Ahmet, filanca yerde Halim Efendi diye biri var. Onun hem çok güzel hem de namuslu bir kızı var. Sen git iste, o verir, demiş.
Ahmet, gitmiş Halim Efendi’yi bulmuş. Ona derdini anlatmış, kızını istemiş. O da vermiş.
Düğün dernek yapılmış, evlenmişler. Ahmet yine işine gidip geliyormuş.
Birgün ailesi demiş ki;
-Ahmet, bu kasabın sende çok hakkı var. Hem onu hem de babamı yemeğe çağıralım, demiş.
Ahmet de bunu kabul etmiş, yemeğe çağırmış.
Ahmet eve gelmiş, ailesine;
-Yemekler hazırlandı mı, demiş.
Hanımı da;
-Yemekler hazır da sen git misafirlerini getir, demiş.
Ahmet, kaynatasını, kasabı almış, getirmiş. Bakmış ki hanımı evde yok!.. Çok şaşırmış: “Acaba nereye gitti?” diye düşünmüş. İçerde şaşkın şaşkın dolanmaya başlamış.
Kasap;
-Oğlum Ahmet, ne dolanıp duruyorsun? Gel de yanımıza biraz otur hele, demiş.
Ahmet tekrar dışarı çıkmış. İçeri girdiği zaman görmüş ki ailesi içerde…
Ona;
-Nerdesin? Kaç saattir seni arıyorum, diye kızmış.
Bir de suratına dikkatlice bakmış ki, ailesi kasap değil mi?..
Meğer bu kasap, Halim Efendi’nin kızıymış. Erkek kılığında dolaşır, babasının işlerini yürütürmüş.
Ahmet utanarak sormuş:
-Demek sen Halim Efendi’nin kızıydın!
O zaman kasap demiş ki;
-Ben evlenmeyecektim. Yalnız seni çok mert, çok cesaretli gördüm. Onun için seninle evlendim, demiş.
Orda yemeklerini yemişler. Bütün servetlerini Ahmet’e hibe etmişler.
Böylece yer, içer muratlarına geçerler.
Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine…
Eh!.. O yalan bu yalan, fili yuttu bir yılan… Karınca deveyi kucağına almış; bu da mı yalan…
Gökten üç elma düştü; Biri bana, biri söyleyene, biri de anlatana… Masallar - Masal Oku - Sivas Masalları