Bu yazı 06 Şubat 2015 Cuma günü, 13:09:51´de Sivas´ta, evdeki çalışma odamda kaleme alınmıştır. 07 Şubat 2015 – Cumartesi günkü gazetede yayınlanmıştır. O günlerin üniversite yönetimine eleştiri mahiyetindedir. Dileyen, “http://www.bizimsivas.com.tr” internet adresine girip, arşivden okuyabilir. Saygıdeğer hocam, Prof. Dr. Faruk Kocacık yahut yardımcıları okumuş mudur, bilmiyorum. Yazıyı aynen tekrar yayınlayalım, herkes yine de düşüncesi miktarınca düşünsün:
“Üniversite, askerîye gibi bir tayin ve terfi disiplinine sahiptir. Kadrolar akademik unvana göre verilir, yönetim ise eşit rütbeliler arasından seçme hakkına sahiptir. Beni ise daima kimim kiminle iş tuttuğu değil, neler yapıldığı ilgilendirir.
El hak özgürüz, hem de eskilerle mukayese edilmeyecek kadar…
Elimize kalemi alıp yönetim hakkında her şeyi söyleyebiliyoruz. Söyleyebiliyoruz derken, ben söylüyorum ve bu da bir karakter meselesidir. Umumu ilgilendiren konularda arkadan muhalefet de, eleştiri de namuslu adamların işi değildir. Acizlere, mazlumlara ise en ufak bir sözüm olamaz, arkadan sövmeye ruhsatları vardır. Namuslu olmanın ön şartı: Fikir namusudur. Kimsenin siyasî ikbali için yataklık ve yalakalık yapmadım. Siyasî beklentilerle sözü eğip bükmedim, makam beklentisiyle kalemimi de sumen altına sokmadım. Birilerine karşı düşmanlıkla hareket edecek olsaydım, belden aşağı vuracak o kadar çok malzeme vardı ki, değil Sivas´ı Türkiye´yi sallardı… Buradan elbette pusuda bekleyen ve “Ah bir rektör olsam!” hülyası kuran hastalıklı tipler kârlı çıkarlardı; iktidarda olmak, muhalif olmak gibi bir kaygım asla yoktur. Nurettin Topçu´nun “Bir üniversite vicdanının bulunduğu yerde zekâ kılıçlara istikamet verir, siyaset tefekkürün emrinde olur.” ifadesine sadakatimi kimselerle tartışmam. Böyle bir üniversiteye inandığım için de gerekeni söylerim.
Bizde seçilenler genellikle kerameti vazgeçilmez oluşlarında gördükleri için, tevazu yolunu tutmak yerine, mütevazı görünümlerini de kaybederek amansız bir kibre düşerler. Eleştiri ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin dinleyeceklerine, “Sen kimsin ki beni eleştiriyorsun!” gibisinden bir kibre kapılırlar, bu adeta değişmez bir kuraldır. Tabii, irili ufaklı her iktidarın gammazı, kuş kaldıranı olur; tekebbürü de kalaycı körüğü gibi şişirirler. Maalesef bizim şehrimiz, bu konuda kalifiye elemanlara sahiptir; dar alanda ve gıybet kokulu meclislerde birbirlerini pohpohlayarak yücelttikleri için de hiçbir zaman fert olmanın şuuruna da, nefs muhasebesi denilen ulvî melekeye de sahip olma şansları yoktur.
Mevcut yönetimi kıyasıya eleştirdim ve istisna yapmadığımı en yakınlarım bile bilir. Tek bir yerde hatalı bilgi ile hareketim oldu, önemli bir şey değildi ama ondan dolayı da özür diledim. Yaşadığım şehirde daha iyisi olsun diye yazıyorum; ne var ki, sert oluyormuş(!)… Bunu diyenler, bir de neresi sert geldiyse onu da söyleseler, hemencecik yumuşatsam ve gerekirse özür dilesem. Bir takım ideallere bağlılığım, kusursuz bir varlık olmam anlamına gelmez. İnsanın olduğu yerde kusur vardır, yoksa ne diye oturup da yazayım.
Yönetmek hüner ise gerçekten çok iyi yönetiliyoruz. Yönetmek bu ülkede, şoför kursundan ehliyet almak nispetinde bir iştir: Kavşaklara dikkat et, virajlara yumuşak gir, geçiş üstünlüğüne sahip araçlara yol ver gerisi önemli değil. Bunlara uyduğunda dörtlü sinyali yak istediğin yerde park et, en iyi yönetici olursun. Ben kendi adıma memnun olduğumu ifade edeyim; hocalığımı hakkıyla sürdürüyorum, az çok öğrenci yetiştiriyorum, kimse de kaşının üstünde kara var demiyor. Konu bu değil, konu: Benim yazdıklarımdan işlerine geleni, istedikleri biçimde kullanan şahsiyetsizler… Bana gelip eline sağlık, iyi olmuş riyakârlığını gösterirken; muhatabıma gidip, “Benim, bu yazılanlarla ilgim yok, çok sert olmuş!” diyerek çift taraflı kâr gözetiyorlar. Ee tabii, bizler de yutuyoruz(!). Benimle zaten ilelebet ilginiz olamaz; makam veremem, korkulan biri değilim, eh biraz tanınan biri sayılırım ama sanat ve siyaset dünyasının yıldızı olmaya da aday değilim…
Üniversite yönetimlerine ve tabii belediyecilere, valiliğe, milletvekillerine, bakanlara, başbakanlara vs. sert sözler(!) söylemiş olabilirim… Ama sadece birine değil hepsine söyledim, billahi adaletli davrandım. Birilerine sert sözler söylemiş isem, bir başkalarının da kuşunu kaldırmadım. İşiniz gücünüz sadece dedikodu ve laf taşıma olmasaydı, getirmiş olduğum tekliflerle ilgilenir, gerçekleştirmek için de beraber çabalardık. Olmadı mı oldu, önceki muhteremler kulak verdiler ama derhal teklifte bulanan beni devreden çıkarıp, teklifimi de tam kasaba politikacısı seviyesine indirdiler, sıfıra sıfır elde var sıfır. Gerçi, tek bir rektör adayı ve son derece samimi bir biçimde ziyaretime gelip, “Hocam, ben rektör olursam, bu projeye talibim!” dedi ama seçilemedi. Tekliflerim hâlâ var ama dalkavukların önde gittiği ve bir avuç soytarının şehir eşraflığı pozuna büründüğü bu vasatta bir daha asla dile getirmem; gerçekten derdi olan, şehre hizmeti düşünen sorar, bendeniz de var ise fikrimi söylerim. Ben mefkûrelerin adamıyım, piyasanın yahut piyasanızın bir metaı değilim! Dalkavuk ve soytarısız tarih yazılamaz onu da elbette bilirim; iyi ki varsınız…
Saygıdeğer sayınlar! Bendeniz “sayın” da değilim, seçkin biri de…
Yardımcı doçentim ve sadece maişet kaynağımdır, ani bir kararla kariyer yapmayı da düşünmüyorum. Yani benden ne rektör olur, ne dekan; olsa da olmam: Ben sadece hocayım. Siyaset kumpaslarınıza girmediğim gibi, girmeyeceğim, korkmanıza gerek yok ama adımı bu işlere bulaştıran olursa fena çarparım. Sözümü kayıtsız şartsız söylerim; yumuşak olan sert bulurmuş, sert bulan yumuşatırmış çok da umurumda değil! Siz şu kasabaya çevirdiğiniz şehirde kendinize daha hayırlı meşgaleler bulun! Ben de “Hak” gördüğümü dile getirmeye devam edeyim.
Hadi yumuşak tarafından bir söz ile bitireyim: Üniversiteler soğuk binalarla dolu ve rutin işleyişe sahip devlet daireleridir; mimarisinden, insanî ilişkilerine kadar tepeden tırnağa ıslaha ve devrime ihtiyacı vardır. Yumuşak söyledim ama şimdi jurnalistler yönetimi devirmek için devrim hazırlığında olduğumu iddia edebilirler. Aslında olabilirdi de, yaşlandık bre…”
Yazı burada bitiyor ve tam üzerinden iki sene geçmiş. Bu arada iki sene daha da ihtiyarlamış oluyorum.
İhtiyarım, ihtiyarımın son nefesime kadar da elimde olmasını dilerim.