Bir hafta önceydi. Bir twit attım:
“SÜRTÜĞÜ SÜRMELİ
Sözlükten sözlüğe sürtükleri süzerken, dilime Şarkılalı Agahî'nin sürmeli cinası sürtülüp kalmasın mı?
‘... Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganınla ipinde
Dedim dahi çok mu duram kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli’
Agahî’yi anlatmaktan başka hiçbir amacım yoktu. Ancak twitter alanı 280 harfle sınırlı olunca benim gibi gevezeler hapı yutuyor, amacını anlatamıyorlar.
Bazı yazılarımda cinas sanatına örnek verdiğim bu şiirin bütününü yazayım da görünüz sürme sözcüğü kaç anlamda kullanılırmış.
Seher vakti çaldım yarim kapısın
Baktım yarin kapıları sürmeli
Boş bulmadım ortağının yapısın
Çıkageldi bir gözleri sürmeli.
Açtırıp kapıyı girdim içeri
Aklımı başımdan aldı bir peri
Dedim sende buldum halis gevheri
Dedi seni bir mihenge sürmeli.
Dedim hiç yapı yok senin yapında
Oynanılmaz urganında ipinde
Ölene dek bekleyim mi kapında
Dedi yok yok seni burdan sürmeli.
Dedim ki ne kadar yüzümden bezdin
Etim kebap edip derimi yüzdün
Aşık katletmeye silah mı düzdün
Martin ile mavzer bir de sürmeli.
Şu kevn ü mekânı tuttu ışığın
Nöbetin bekleyen alır keşiğin
Beklemeli o sultanın eşiğin
Günde yüz bin kere yüzler sürmeli
AGÂHÎ karıştır kanı yaş ile
Hak bulunmaz hayal ile düş ile
Yetemen menzile bu gidiş ile
Hemen aşk atma binip sürmeli
Sürme sözcüğü böyle ama, “sürtme” sözcüğünden nasıl bir şiir çıkar? Bana ne? Ben şair değilim, şair olanlar düşünsün.
Gelelim Agahî’ye.
“Ozanların İzinde” belgeseli için Agahî’nin izini Şarkışla’nın Kılıçcı köyünde sürmüştüm. Yazımın sonuna bir video koyacağım. İsteyen ve 17 dakika zamanı olan seyrediversin.
Agâhî, Arapkir Mestmur köyünden Şarkışla'ya göç eden aileden çevrede Moroz Kahya olarak tanınan Hamza Kahya'nın oğlu olarak 1871 yılında Kılıççı köyünde doğdu.. Asıl adı Veliyüddin'di. Hassas bünyeli, sessiz ve içe kapalı bir çocuktu. Köyün ileri gelenlerinden ders aldı. Delikanlılık döneminde Hardal Köyünden İsmail Hakkı Baba'nın postnişinlerinden Kerem Ali Baba'nın müridi olarak Aşık Vacit’le tanıştı ve arkadaşlık etti.
Uzun süre Vacit’le gezen ve bir çok atışmalar yapan Agâhî, bir ara Alakilise'deki Alevi dedeleri ile dostluk kurdu.
Babası ölünce bütün işler kendisine kaldı. Ancak o köyden ve çiftçilikten hoşlanmıyordu. Başka iş ararken, eline eski Sivas, o zaman ise Beyrut Valisi olan Halil Paşa'ya verilmek üzere bir mektup tutuşturdular.
Agâhî Ankara, İstanbul, İzmir, Rodos yolu ile Beyrut'a gitti. Bir müddet Paşa'nın konuğu oldu. Sivas valisine hitaben yazılmış tavsiye mektubu ile birlikte Mersin, Tarsus, Adana, Kayseri yolu ile geri döndü. Mektubu getirip Reşit Akif Paşa'ya verdi. Hem kendisi şair olan, hem de şairleri koruyan Reşit Akif Paşa, Agâhî’yi 1905 yılında Ağcakışla bucağı tahsildarlığına atadı.
Agâhî bu köyde altı yıl kaldıktan sonra, Pınarbaşı tahsildarlığına geçti. Ancak bir kaç yıl sonra istifa ederek köyüne döndü. Bu arada Birinci Dünya Savaşı başlamıştı. Şarkışla Askerlik Şubesi yazıcılığına tayin etmişlerdi.
1916 yılında koleraya yakalandı, hastaneye kaldırdılar. Ancak iyi olup ayağa kalkamadı. Durumundan kendisi de umudunu kesince başucunda beklemekle olan karısından bir kağıt, bir kalem istedi. Yazdı, çizdi, zarflayıp karısının eline tutuşturdu. Bunu tez elden köye ağabeysine göndermesini istedi. O da hemen köye ulaştırdı. Zarfın içinde yalnız şu şiir vardı:
Gam kasavet keder başa derildi
Ancak bu yareyi yazan dağıtır.
Bu dert bize ta ezelden verildi
Sinemdeki olan yürek dağıdır.
Gönül tutulmazdı her tuzağ ile
Ahir tutup bent ettiler bağ ile
Dağ. vurdular dağladılar dağ ile
Dediler ki bizim yazım dağıdır.
Görmez misin şu Ferhat 'ın işini
Kerem sevda ile çekti dişini
Ben de Dolanayım bir dağ başını
Desinler ki bu dağ Mecnun dağıdır.
Dertli Kerem ile Behlüli Dana
Onlar aşk elinden oldu divane
Agâhî şuara olmuştur amma
Saçma sapan söyler sözü dağıtır.
Ağabeyi Hasan Hüseyin Hoca şiiri okuyunca şaşırdı. "Var bunda bir iş, gidip bir bakayım" dedi. Şarkışla'ya vardığında Agâhî'yi sağ bulamadı.
Ölüm tarihini Vehbi Cem Aşkun, "Sivas Halk Şairleri" başlıklı dizi yazısında (Sivas Postası Ağustos 1966) 1916 olarak yazmakta. Ancak Ali İhsan Tuncalı'nın "Emlek Alevi Şairleri" adlı kitabında (İzmit - Bizim Şehir Mat. 1967 - Syf. 92) 1921 olarak gösterilmekte.
Mezarı Şarkışla'da, Garipler Mezarlığı’nda. Ziyaret edip bir Fatiha okumak nasip oldu. Asıl adının kısaca Veli olduğunu bildiğimiz ozanın bazı şiirlerinin İğdecikli Aşık Veli ile karıştırıldığı sanılıyor.
Asıl adını açıkladığı bir şiiri şöyle:
Sümme veçhullaha aşık olanlar,
Kalbi muhabbetle nur-i celidir
Ahd-i peymanına sadık olanlar,
Sabit kadem durmak ta ezelidir
Tefekkür ettikçe kendime kendim
Yandım ey erenler ateşe yandım
Dert ağlatır aşk söyletir efendim
Ben dertliyim demek bu delilidir.
Dertlilerden dert almışım dertliyim
Yanıyor içerim hararetliyim
Gam tüccarı oldum gam iratlıyım
Aşık derd-i gamdan sermayelidir
Çok yaralı gördüm çok dertli gördüm
Kimsede görmedim bendeki derdim
Derde derman için tabibe vardım
Ben dertliyim o benden yarelidir
Dert satan var ise benim alıcı
Gelsin beni bulsun dert eyleyici
Vilayetim Sivas köyüm Kılıççı
Mahlasım Agâhî ismim Veli'dir.