İnanıyorum ki bazı televizyon ve radyo sonuncularının büyük saygısızlıklarına benim gibi sizlerde kızıyorsunuzdur. Mikrofon başlarına veya kamera karşısına geçen gencecik kızlar ve delikanlılar, programa katılan yaşlı-başlı kişilere veya ilim, fikir, sanat siyaset dünyamızın önde gelen isimlerine zaman zaman şöyle hitap ediyorlar:
“Efendim dilerseniz, şimdi programımızın ikinci bölümüne geçelim.”
“Dilerseniz bu konuda, birde sokaktaki vatandaşın görüşünü alalım.”
“Dilerseniz şimdi kısa bir ara verelim”… diyorlar.
Bunlar yanlış söylenmiş sözlerdir. Saygısızlık yüklü çiğ cümlelerdir. Çünkü dilemek-dilenmek bir kimsenin kendisinden yaşça – başça, önce olan bir kimseden, bir makamdan yardım istemesidir. “Dilerseniz” başlıklı cümleler ulu orta her yerde kullanılmaz. Mesela bir yüzbaşı, nasıl bir binbaşıya emir veremezse, kafalarında kavak yelleri esen gençler de anneleri babaları dedeleri yaşındaki kimselere “dilerseniz” diye ağız açamazlar. Aksi takdirde saygısızlık yapmış olurlar.
Bildiğimiz gibi fakir bir kimsenin, hali vakti yerinde olan bir kimseden geri dönmemek üzere para istemesi dilenmektir.
Hani bizim masallarımızdaki o iyi yürekli, ama yoksul, ama çaresiz kişilere, günün birinde merhametli, nüfuzlu, zengin bir insan çıkar ve” dile benden ne dilersen” diye bir kapı açar. Buradaki “Dilemek” kelimesi doğru kullanılmıştır. Çünkü küçük büyüğe, güçlü güçsüze, zengin fakire yardımcı olmak istemektedir.
Biz de bütün kainatı yaratan Allah´a el azıyor muyuz? İsteklerimiz için, O´ndan dilenmiyor muyuz? Duygularımızı ifade ederken “Dilerim Allah´tan ömrün uzun, bahtın güzel olur”, “Allah yardımcın olsun” demiyor muyuz? Bizim “Dileyen tanrısını bulur” diye ne güzel bir atasözümüz var, Biz aşağılamak istediğimiz kimseler için “Dilenci torbasından ekmek yemiş” veya “Dilencinin çanağından para çalar” diye söze başlarız.
Her dilin kendine has bir incelikleri ve güzellikleri var. Mesela Türkçe ´de, nezaket kaidelerine göre küçük yaştaki bir kimse kendisinden büyük olana meselesini arz eder. Büyük ise, küçükten bir işin yapılmasını rica eder. Büyük buyurur, küçük arz eder. Bu bakımdan bir kimse kendinden yaşça ve başça büyük olan bir kimseye “Sizin de arz ettiğiniz gibi” demez “sizin de buyurduğunuz gibi” der. Aksi takdirde saygısızlık yapmış olur.
Aynı şekilde genç sunucularımızın, kendilerini Kaf Dağı´nın başında görerek, yaşlı başlı kimselere ve milletimize “dilerseniz” diye söze başlamaları, hem büyük bir ilgisizliğin, hem de çıngıraklı bir saygısızlığın ifadesidir. Bu bakımdan genç sunucularımız, “Dilerseniz bir de dışardaki insanların görüşünü alalım” demeleri yerine “müsaade ederseniz” veya “izin verirseniz” veya “af edersiniz” veya “şimdi” kelimeleriyle söze başlamaları gerekir.
Sayın Yusuf Erdemir isimli seyircimiz de , Türkçemizin radyo ve televizyonlarımızda çok yanlış, çok çarpıtılarak konuşulduğuna dair başka bir örnek veriyor. Diyor ki:
“sunucu, programına aldığı bir seyirciye soruyor:
-Evli miyiz?
Aldığı cevap şöyle oluyor:
-Evet
Sonra tekrar soruyor
-Çocuğunuz var mı? Babamız ne iş yapıyor?
Bu ne biçim Türkçe?”
Sayın Erdemir elbette çok haklı. Bir kadın veya erkek sunucu, karşısındaki kimseye “evli miyiz? Çocuğunuz var mı? Babamız ne iş yapıyor?” diye sormaz, soramaz, sormamalı. “Evli misiniz? Çocuğunuz var mı? Eşiniz ne iş yapıyor” diye sormalı. Radyo ve televizyon yetkilileri sunucuların bu rezaletine izin vermemeli. Sayın Mehmet Karakuzu´lunun da haklı bir şikâyeti var. Diyor ki:
“Bizim futbolcularımız Türkçe bilmiyorlar mı? Maç sonrası kendileriyle yapılan konuşmalarda. “Futbolu iyi oynuyoz, galip geliyoz, gol atıyoz, yeniyoz, yeniliyoz, kendimize inanıyoz, güveniyoz” diyorlar bu ne biçim Türkçe?”
Futbolcularımız mahalli ağızla konuşunca, kulağımızı tırmalayan kelimeler üst üste dökülüp kalıyor. Oynuyoruz, geliyoruz, atıyoruz, yeniyoruz, güveniyoruz, inanıyoruz yerine: oynuyoz geliyoz, atıyoz, demek doğru değildir. Aynı şekilde: geliyor, oynuyo, atıyo, güveniyo, demek de yanlıştır. Kelime sonundaki “R” harflerini açık bir şekilde söylemeliyiz.
Kimsenin dilimizi yozlaştırmaya hakkı yoktur.