Parlamenter sisteme geçeli; “kritik, en kritik, en önemli, hayat-memat meselesi, bir devrin sonu, yeni bir dönemin başlangıcı” v.b ifadelerle nitelendirilmeyen, “zamanı geldi hadi bir seçim yapalım rahatlığında” hiçbir seçimimiz olmasa da harbiden bu seçim de öyle-böyle bir seçim değildi.
Aniden alınan seçim kararını hoş bulmayanlardan idim. Genelde her seçim öncesi ve sonrası değerlendirme yazıları yazmama karşın, 24 Haziran seçimleri öncesi bir yazı yazmadım. Çünkü ortam günlük güneşlik değildi ve pesimist ruh halimin bir de okuyucuya sirayet etmesini istemedim. Etrafta konuşulanlara bakılırsa; başkanlıkta Reis´e, milletvekilliğinde falanca partiye oy vereceğini söyleyenler çoktu. “ADALET” temelli eleştiriler yapılıyor ve bu türlü konuşmalara da hak veriliyordu. Bu ortamda başkanın kim olacağı belli olsa da mevcut iktidarın oy kaybedeceği aşikârdı. Eğer seçim bu minvalde neticelenirse, bu durumu fırsat bilen dâhil ve hariçteki Türkiye düşmanları, “silkeledik, indiriyoruz” diyerek saldırılarını artırabilirlerdi. Bu endişeler içerisinde,sevinmenin ibadet olduğu bayram günlerini dahi tedirgin geçirdik desek yeridir.
Seçim öncesi bir psikoloji olarak; üç yıl önceki hazirandan çok daha zor bir haziran kapıda görünüyordu. Yakın geçmişteki Mayıs olayları, 7 Haziran seçimleri ve 15 Temmuz hain darbe girişimlerinden yeterince ders alınmaması olduğu sürece, zor günlerimiz hiç biteceğe de benzemiyordu. Anlayacağınız ufukta bize yine rahat yüzü gözükmüyordu. Biz de "vurun lan öleceksek adam gibi ölelim" diye devlet başkanımız gibi gözümüzü karartabilirdik, kararttık da. Elbette, Şubatın 28´i öncesi ve sonrasıyla "mıh gibi" aklımızdaydı ve bugünün psikolojik kazanımlarını bile feda edilemez buluyorduk. Lâkin bu durumun farkında olanların yekûnu ne tutar, okkası kaçtır, seçime etkisi nedir bilmiyorduk.
Yine seçim öncesi; ortada hiç Ak Şemsettin yoktu ama herkes Fatih yetiştirmekten bahsediyordu. Topluma yansıdığı şekliyle; “dinde güncelleme tartışmaları”, “Ehli Sünnet temsilcileri olarak belirtilen bazı hocaların” bir miktar örselenmesi, “adalet” tartışmaları hattapatates-soğan operasyonları işin rengini ne kadar değiştirebilirdi?
Aslında bu endişelerimizin bazıları, seçim sonuçlarına bakıldığında, gerçekleşmiş de oldu. Çünkü bölücü terör örgütü yandaşı olarak değerlendirilen bir parti liderinden daha fazla oy alarak mecliste temsil hakkı kazandı. “Proje partisi” olduğu sıkça telaffuz edilen bir başkası barajı aştı… 550 vekilli mecliste yüzde 34 ile 363 vekil çıkaran Ak Parti, 600 vekilli mecliste yüzde 42.6 ile 291 vekil çıkararak meclis çoğunluğunu kaybetmiş oldu.
Fakat insanımızın feraseti, yüzde ondan fazla bir oranda olduklarından söz edilen kararsızların kime oy vereceklerine karar vermekte zorlansalar bile kime oy vermeyeceklerine karar vermekte zorlanmamaları, yani mühürü ellerine alınca kararsızlıklarının kalmaması, özellikle adalet temelli birçok eleştirileri olsa da nankör de olmamaları, kardeşlik hukukunun gereği olarak HAKK ´ı söyleyip, yanlışı belirterek eyyamcılıktan uzak bir bilinçle davranmaları ve içinde bulundukları günleri mumla aratacak, gölgelerine kurşun atanlara destek olmamaları neticesinde bir tercihte bulunarak, memleketi çözümsüzlüğe atmamış olmaları sonucu, çok sevinilecek olmasa da çok fazla üzülmeye de gerek olmayan bir sonuç alınmış oldu. Sonuçta; girdiği 14 seçimi de türlü ayak oyunları ve darbe girişimlerine rağmen, ilk sırada tamamlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan bir kez daha kazandı…
Başka bir mevzu da; seçim vesilesiyle de olsa, yüzde bilmem kaçı Müslüman olan, Müslüman mahallesinde olmasına rağmen salyangoz satan, camiye ancak dört bacaklı salaca ile ve yatay pozisyonda yolu düşenlerin de el açmasına, namaza durmasına da memnun olduk diyebiliriz. Kim bilir belki de bu hareketler bir başlangıç olur.
Ayrıca; Cumhurbaşkanı Adaylarından Sayın İnce´nin seçim sonrası açıklamaları da ileri de kendisine kazandıracaktır. Sonuçları kabul ettiğini ilanı, yabancı basın kılığındaki ajanların sokak çağrısına verdiği cevapları elbette anlamlı bulunmalıdır...
Devam edecek…